Astrolojinin İzinde Bir Dönüşüm Yolculuğu: Animosa

Astrolojiyle başlayan yolculuğu, insan hikâyelerinin derinliklerine uzanan Animosa, okuru kendi dönüşümünü başlatmaya davet ediyor. Kitabın yazarı, astrolog Merve Şentürk ile sohbet ettik.

"Animosa" çok katmanlı bir dönüşüm rehberi. Bu kitabı yazmaya seni ne tetikledi?
Astrolojiyle olan yolculuğum yalnızca sembolleri çözmekle sınırlı kalmadı; insan hikâyelerinin kalbine dokunarak, onların yaşam döngülerinde tekrar eden desenleri gözlemlemekle derinleşti. Yıllardır içinde bulunduğum geniş sosyal çevre, farklı dernekler, sivil toplum kuruluşları, çeşitli platformlar ve akademik ortamlar bana şu gerçeği çok net bir şekilde gösterdi: İnsan, hayatı boyunca aslında aynı hikâyeyi farklı yüzlerle, farklı zamanlarda yeniden ve yeniden yaşıyor. Aileyle ilgili sorunu olan birinin yıllar sonra bile başka formlarda aynı konularla boğuştuğunu gördüm. Evlilikte ya da ilişkide çözümleyemediği meseleleri, yıllar geçse bile hâlâ omuzlarında taşıyan insanlarla karşılaştım.
Dışarıdan bakıldığında konu, kişi, zaman değişmiş gibi görünse de, özde hep aynı yara konuşuyordu. Ve çoğu zaman insanlar, bu tekrar eden döngüyü fark etmedikleri gibi, evrenin onlara sunduğu işaretleri de ısrarla yok sayıyordu. Yapmamaları gereken bir şeyi bile bile yapanlar da vardı; artık üzerine eğilmesi gereken bir konuya gözlerini kapatanlar da… Zamanla şunu fark ettim: İnsan zihni sandığımızdan çok daha güçlü ama bir o kadar da karmaşık. İşte bu noktada içimde güçlü bir çağrı hissettim.
Astroloji senin için bir harita mı, pusula mı, yoksa tamamen başka bir şey mi?
Astroloji benim için yalnızca bir harita ya da pusula değil. O aynı zamanda bir yol arkadaşı… Astrolojiyle uzun yıllardır iç içeyim. Öyle bir noktaya geldim ki, hayatımdaki insanların doğum anlarını, gezegen pozisyonlarını, astrolojik kalıplarını ezbere biliyorum. Bu bilgi zamanla sadece “kişileri anlamak” için değil, onların neden öyle davrandığını yargılamadan kabul edebilmek için bana bir kapı açtı. Birinin bir davranışını gördüğümde artık ilk aklıma “neden böyle yaptı?” değil, “bu davranışı hangi göksel etki taşıyor?” sorusu geliyor. Bir kişinin davranışının ardındaki astrolojik sembolizmi gördüğünüzde, o kişiyle aranızda yepyeni bir bağ kuruluyor. Artık onu dönüştürmeye çalışmıyorsunuz; onunla uyum içinde nasıl yaşanabileceğini öğreniyorsunuz. Bu da bir tür özgürlük. O yüzden astroloji benim hayatı anlamlandırma, kabul etme ve hafifleme biçimi.
“Zehirleyen insanlar da tıpkı kötü yiyecekler gibi midemizi bozabilir” diyorsun. Bu noktada ‘enerji detoksu’ nasıl yapılır?
İnsan sadece yediğiyle değil, dinlediğiyle, maruz kaldığıyla, sürekli tekrar eden enerjilerle de besleniyor ya da zehirleniyor aslında. Ve ne yazık ki çoğu zaman bizi hasta eden şeyin, dost gibi görünen bir alışkanlık, çok sevdiğimiz bir arkadaş ya da yıllardır hayatımızda olan biri olduğunu fark etmek kolay değil. Bir insan 10 yıldır hayatınızdaysa ve 9.5 yıldır aynı şeyleri farklı başlıklarla anlatıyorsa, burada artık “ben bu kişiden ne öğreniyorum?” değil, “bu kişi beni nerede aşağıya çekiyor?” sorusunu sormak gerekir. Çünkü beyin, tekrar eden aynı enerjiyi belli bir noktadan sonra etkisizleştirmeye başlar. Ve siz farkında olmadan onun yarasını alır, taşır, yaşar, sonra da anlamlandıramadığınız bir şekilde kendinizde benzer sorunları üretmeye başlarsınız.
Bazı ilişkilerde, sadece mesafe koymak bile yeterlidir.
İşte burada enerji detoksu devreye giriyor. Bu bir suçlama ya da yargılama hali değil. Bu, kendini koruma, alanını temizleme ve zihinsel sağlığını önceliklendirme süreci. Bazı ilişkilerde, sadece mesafe koymak bile yeterlidir. Ve inanın, o mesafeyi koyduğunuz an — hayat bir anda daha kolay akmaya başlar. Enerji detoksu, bir bağın niteliğini yeniden tanımlama sürecidir. O kişiyle aranıza duygusal bir filtre koyarsınız. Ne hissederseniz hissedin, artık onun enerjisinin sizde kontrolsüzce büyümesine izin vermezsiniz. Bu da zamanla kendi düşünce alanınızı, odak gücünüzü ve yaşam enerjinizi yeniden toparlamanızı sağlar. Çünkü bir noktada şunu net olarak fark ediyorsunuz: Hayatınızda yer alan her şey, ya sizi besliyor, ya da yavaşça içten içe tüketiyor. Ve artık neyin size iyi gelip gelmediğini, enerjisel olarak ölçebilecek duyarlılığa eriştiğinizde — o “detoks” kendiliğinden başlamış oluyor zaten.
Kitapta travmaların bir ‘yük’ değil, dönüşüm için bir ‘çağrı’ olduğunu söylüyorsun. Bu çok çarpıcı. Bunu sen nasıl deneyimledin?
Hayatımda bazı kırılma anları vardı ki, bugün dönüp baktığımda onların aslında “travma” değil, dönüşüm çağrısı olduğunu çok net görebiliyorum. Ama bunu anlamak zaman aldı. Çocukluk yıllarımda babam ticaretle uğraşıyordu. Ne olduğunu tam anlayamadığım bir süreçte, bir gecede her şey değişti. Gerçekten de bir gece uyudum ve ertesi sabah uyandığımda hayat bambaşka bir yöne akmaya başlamıştı. İşte o andan itibaren içimde güçlü bir cümle yankılanmaya başladı: “Bundan sonra her şeyi tek başıma yapmalıyım.” Sanki onlardan bir şey istemem, yük olmak anlamına geliyordu.
Okula gitmem, kitap okumam, en basit ihtiyaçlarım bile “fazlalıkmış” gibi hissettiriyordu. O yüzden daha çocuk yaşımda, kendimce aileme destek olmaya karar verdim. Ufak tefek işlerde çalışıyor, insanların yardımına koşuyor, hem kendi ihtiyaçlarımı karşılamaya çalışıyor hem de annemle babam üzülmesin diye elimden geleni yapıyordum. Kendime söz vermiştim: Bu hikâyenin kurtarıcısı ben olacaktım.
Zaman geçti. Büyüdüm. Bir gün staj yaptığım yerde birisi bana “Seni ne zaman görsem bir şeyleri çözüyorsun. Bir de haritana baktırmadın mı hiç?” dediğinde, astrolojiyle tanışmamın ilk kıvılcımı parladı. O zamana kadar astrolojiyi sadece gazetelerin pazar eklerinde burç yorumu olarak bilen biriydim. Ama sonra doğum haritası diye bir şeyin varlığını öğrendim. Ve harita, bana hayatımın ilk net aynasını tuttu.
Travmaların bir yük değil, bir çağrı olduğuna inanıyorum.
O dönemler, sosyal medya bu kadar gelişmemişti. Bilgiye ulaşmak zordu. Ama içimde güçlü bir istek vardı. Aradım, sordum, ulaştım. Eğitimlere başladım. İlk başta her şey karışıktı. “Acaba anlayamayacak mıyım?” diye sorguladığım zamanlar çok oldu. Ama vazgeçmedim. Çünkü içimde hep bir inanç vardı: Yaşadığım hiçbir şey boşuna değildi. Bugün dönüp baktığımda görüyorum ki; yaşadığım her “kayıp”, bana bir yön verdi. Her “travma” dediğim şey, beni bir basamak yukarıya çıkardı. Karşılaştığım her “zorlayıcı kişi” bana başka bir ışık tuttu. Ve ben her biriyle bir alanı daha şifalandırdım. O yüzden travmaların bir yük değil, bir çağrı olduğuna inanıyorum. Bu çağrı, seni kendi özüne döndürmeye çalışır. Sadece “neden yaşadım” diye değil, “ben şimdi ne yapacağım?” diye sorman için vardır. Ve o soruyu sorduğun an, dönüşüm başlar.
Kolektif bilinçten de bahsediyorsun. Bireysel iyileşme ile toplumsal iyileşme arasında nasıl bir bağ var sence?
Bence bireysel iyileşme ile toplumsal iyileşme arasında doğrudan ve çok güçlü bir bağ var. Hatta çoğu zaman bu bağın gücünü fark ettiğimizde, sadece kendimiz için değil, çevremiz için de iyileşme sorumluluğu hissetmeye başlıyoruz. Şunu net olarak gözlemledim: Bir kişi dönüşmeye başladığında, o kişinin etkileşimde bulunduğu en az beş kişi de bu değişimden etkileniyor. Ve bu beş kişi, kendi çevresindeki başka beş kişiyi etkiliyor… Bu zincirleme dönüşüm, zamanla büyüyerek bir kolektif farkındalık dalgasına dönüşüyor.
Seninle aynı yolu yürüyen insanlar hayatında kalıyor.
Kendi iç barışını kuran bir insan, dünyaya savaş açmaz. Kendi içinde şefkati öğrenen biri, dışarıya nefret yaymaz. Bu yüzden toplumsal iyileşme, önce bireyin sessiz iç sesini duyabilmesiyle başlar. Ama elbette, herkes bu iyileşmeyi tercih etmiyor. Bazı insanlar, kaosta kalmayı, acıdan beslenmeyi ve aynı hikâyeyi tekrar tekrar yaşamayı seçiyor. Bu noktada da ayrım başlıyor. Kendini iyileştiren insan, artık enerjisini korumayı öğreniyor. Kimlerin yanında kalacağını, kimlerle yollarını ayırması gerektiğini daha net biliyor. Bu bir dışlama değil, bu bir farkındalık. Ve zamanla fark ediyorsun ki, seninle aynı yolu yürüyen insanlar hayatında kalıyor. Seninle aynı niyette olmayanlar ise, halkadan yavaşça dışarı düşüyor. Ama ilginçtir; o halkadan çıkan insanlar bile, bir noktada dönüşmek zorunda kalıyor. Çünkü artık kolektif bilinç onları da içine almaya başlıyor.
Animosa’yı okuyan biri, kitabı kapattığında ne hissedecek?
Kitabı kapattığı an, içsel bir yolculuğun ilk kapısını aralamış olacak. Çünkü Animosa, kişiye sadece “neden yaşıyorsun?” sorusunu sordurmakla kalmıyor; aynı zamanda yaşadığı döngülerin ardındaki örüntüleri, tekrar eden senaryoların neden hep benzer yerlerde tıkandığını fark ettiriyor. Bu farkındalık ise, en güçlü iyileştirici alanı doğuruyor: Kendi içsel gücünü hatırlamak.
Okur, bu kitabın sayfalarını çevirdikçe; zamanla kendisiyle ilgili zannettiği şeylerin aslında bir savunma, bir kaçış ya da bir alışkanlık olduğunu görecek. Ve kitabı kapattığı an, şunu içinden sessizce söyleyecek: “Artık kendim için bir şey yapmalıyım.” Çünkü döngüler fark edildiğinde, çözümlemeler kaçınılmazdır. İnsan ancak neden yaşadığını ve nasıl bir tekrarın içinde olduğunu anladığında kendi hayatının mimarına dönüşebilir. İşte bu kitap da, tam olarak o mimarlık sürecinin ilk taşı gibi…