"Sanat Kaçış Değil, Hatırlamadır." Carolina Amaya ile Kökler, Dönüşüm ve Özgürleşme Üzerine

Carolina Amaya için sanat, bir "hatırlama" biçimi. Organik maddelerle yapay zekâyı birleştirdiği işlerini, insan bedeni bir ifade alanına dönüştürmesini, erotizm ve politikanın kesişimini, özgürleşme anlatılarını ve en derin karanlıkla yüzleşerek kendi sesini nasıl bulduğunu konuştuk.
Eserlerini 17–21 Eylül 2025’te Noise_Media Art 2025 kapsamında Yapı Kredi bomontiada’da görebilirsiniz.
Berlin’de yaşıyorsun ve Kolombiya köklerinden çok ilham aldığını söylüyorsun. Bu iki canlı kültür arasında yaşamak seni hem sanatçı hem de insan olarak nasıl şekillendirdi?
İnsan olarak Kolombiya’da doğduğumu, sanatçı olarak ise Berlin’de yeniden doğduğumu söyleyebilirim. Berlin bir katalizör oldu. Beni, artık bana hizmet etmeyen; manipülasyon, baskı ve tekrarın şekillendirdiği eski inançları yeniden programlamaya yönlendirdi. Aynı zamanda beni atalarıma geri götürdü. Bedenin hafızası, bedenlerimiz, kültürlerimiz, ailelerimiz ve bizzat yeryüzü aracılığıyla taşınan, yaşayan bir bilgi akımıdır. Kolombiya’nın uçsuz bucaksız topraklarında ve mirasımın mitlerinde, ritüellerinde, sembollerinde; sezginin, şifanın ve maneviyatın akıl kadar geçerli olduğu bir bilgelik buluyorum. Bu iki dünya arasında yaşarken sürekli dönüşüyorum. Bir kadın ve bir sanatçı olarak, gizli ya da unutulmuş geçmişi kucaklamayı, aynı zamanda onu bugün yeniden icat etmeyi öğreniyorum.
Şunu anladım ki göçün getirdiği keder, içinde taşıması en zor duygulardan biri. Hem derin bir üzüntünün ağırlığını hem de beklenmedik bir özgürleşmenin gücünü taşıyor. Kaybın kederi ile yenilenme olasılığı yan yana olduğundan içinde bir paradoks barındırıyor. Bu da bana özgürleşmenin ve özgürlüğün ne olduğunu sorduruyor. Bunlar birer varış noktası mı, yoksa kopuş ve yer değiştirme deneyimiyle yaşanan bir varoluş hâli mi? Bazı günler katlanması zor olsa da sonra işim ve deneyimlerim üzerinden baktığımda her şeye değdiğini görüyorum.
Sanat bizi manipülasyonun, baskının ve kontrolün gölgelerinde yaşamaya devam etmekten; kendi korkularımızın hapishanesinden, gerçekte kim olduğumuzu unutmaktan kurtarır.
Kadınların özgürleşmesi pratiğinin itici güçlerinden biri; kişisel stilin de son derece dışavurumcu. Bu iki güçlü ifade biçimi, sanatın ve stilin, hayatında birbirini nasıl besliyor?
Çok teşekkür ederim! Hem işlerim hem de stilim aynı içsel niyetin uzantıları: “Daha çok savaş”, “Daha çok çalış”, “Daha başarılı ol” diyen bitmeyen zihinsel komutlardan kopup bırakma eylemine bağlanmak; kendi ışığımı dinlemek ve zihinsel özgürlüğü seçmek.
Geçen gün İspanyolca çok güzel bir düşünce geldi aklıma: “Lo que tenga que se será, por que lo que es, ya fue.” "Olması gereken olacaktır, çünkü olan zaten olmuştur." Bu benim için şunu ifade ediyor: varlığıma, hareketin bedenselliğine, tenime, rüzgâra, yağmura, insanlara, ışığa—her şeyin bu bir anlık küçücük kesitte zaten var olduğuna farkındalıkla bakmak ve bunun asla yok olmayacağını, sadece dönüşeceğini bilmek! Büyüleyici!

Bedenim renklerin, dokuların ve formların üzerinde özgürleşmeyi ilan ettiği ilk tuvalim. Sanatımda da stilimde de suskunluğa ve görünmezliğe direniyorum. İkisi aynı okyanusa akan iki nehir: kadın bedeninin bir kontrol nesnesi değil, ifade, sezgi ve dönüşümün bir coğrafyası olduğunun teyidi. Bu güzel gezegende hepimizin zamanı, onu kıymetli kılmak ve olduğu gibi tadını çıkarmak için yeterli!
15 yaşındayken bir tümörüm vardı, sonra alopesi geldi. Aslında bu yüzden saçla bu kadar çok çalışıyorum. Geçen yıl rahim ağzı öncül kanseri teşhisi aldım ama hayat şimdi, ve ben her saniyenin tadını çıkarmak istiyorum. Mükemmelim. Buzdolabımda yiyecek var, bir yatağım, ailem, arkadaşlarım, 2 bacağım, 2 kolum, 2 gözüm, 2 güzel memem ve harika bir sevgilim var! Hayattan başka ne isteyebilirim ki?
Ben sanatçı olmayı seçmedim, özgür bir insan olmayı seçtim. Sanat beni kurtardı ve daha fazlasını da yapabilir!
Denis Leo Hegic Projects’in sloganı “Art will save you.” ("Sanat seni kurtaracak.") Beden, hafıza ve kırılganlığı irdeleyen işlerin bağlamında, sanatının bizi neyden “kurtardığına” inanıyorsun?
Sanat bizi manipülasyonun, baskının ve kontrolün gölgelerinde yaşamaya devam etmekten kurtarır. Kendi korkularımızın hapishanesinden, gerçekte kim olduğumuzu unutmaktan kurtarır. Benim için sanat kaçış değil, hatırlamadır. Kırılganlığımızı, ata hafızamızı, yeryüzü ile bağlantımızı hatırlamak...
İstanbul’daki işlerim ayna gibi davranıyor. Hem yaraları hem şifayı yansıtıyor, kurtuluşun kırılganlığımızı saklamakta değil, onu bir dönüşüm kaynağı olarak kucaklamakta olduğunu hatırlatıyor. Ben sanatçı olmayı seçmedim, özgür bir insan olmayı seçtim. Sanat beni kurtardı ve daha fazlasını da yapabilir! Denis Hegic gerçekten çok haklı! Sanat bizi kurtarıyor ve hepimiz kendi kıymetli hayatlarımızın yaratıcıları olabiliriz! Denis beni kurtardı, ben onu kurtarıyorum. Hepsi muhteşem bir alışveriş. Denis’e çok minnettarım, onunla çalışmak her zaman yürekten bir zevk!
İşlerinde güçlü bir kararlılık ve benlik bilinci var. Bir sanatçı olarak “kendini tanıma” yolculuğun sana nasıl hissettirdi?
Ay ay ay, ne soru ama! Aynı anda hem acı, neredeyse dayanılmaz, hem de tattığın en lezzetli, en sulu aromayı düşün... Yolculuk böyle hissettirdi. En derin karanlığımla yüzleşmek korkutucuydu. Geçmişte, içki içtiğim zamanlarda kendimi üzüntü ve hatta hatıralarda kaybederdim. Işığı görmeye başladığında her şeyin zaten içinde olduğunu ve eski kalıp ve inançlardan özgürleşmenin mümkün olduğunu fark ediyorsun. Benim için bilinçli olmak şu: Bir sonraki meydan okuma geldiğinde nasıl karşılık vereceğim? Korkuyla mı, bilgelikle mi? Bazen ışığa dokunuyorum, bazen düşüyorum ama her adım kendimden başka bir parçayı açığa çıkarıyor. Şüphe asla tamamen kaybolmuyor. Ona direnmek yerine, beni daha derine götürmesine izin veriyorum. Sanat hem hayatta kalma yolum hem de kendimi daha sahici sevmeyi öğrendiğim yol oldu. Bu fiziksel hayatı deneyimlediğim mercek o. İzin verirsen hayat, kusurlardan, mücadelelerden ve aniden gelen sihirden başka bir şey değil.

Eserlerinden birini yaratmanın fiziksel yolculuğunu bize anlatır mısın? Bu sürecin en zorlayıcı ya da dönüştürücü kısmı nedir?
Sürecim yavaş, neredeyse bir ritüel gibi. Her malzemeye tenmiş gibi dokunurum. Örerim, dikerim, hareketleri meditasyona dönüşene dek tekrarlarım. En zoru kontrolü bırakmak, malzemeyi zorlamak yerine onun beni yönlendirmesine izin vermek. Öte yandan en dönüştürücü an da bu: eserin canlı olduğunu, benimse sadece doğumuna eşlik ettiğimi fark ettiğim an.
Bu seramikte de böyledir örneğin. Kuralları bilirsin, hangi kili kullanacağını seçer, fırının tam sıcaklığını ayarlarsın. Yine de pişirdiğinde sonuç asla garanti değildir. Bazen ortaya çatlaklar ya da beklenmedik renkler çıkar, kontrol edemediğin küçük arızalar olur. Yapay zekâda da aynısını hissediyorum. Onun “halüsinasyonları” kildeki çatlaklara benziyor. Kuralları bozarken yeni olasılıkların kapılarını da açıyor. Benim için bir sanatçı olarak hata ve kusur, eğlencenin başladığı yerdir.
Erotizm ve politika üzerine diploman var. Bu eğitim, arzuları daha geniş kamusal ve politik dünyayla sanatın üzerinden nasıl ilişkilendirmeni sağlıyor?
Benim için erotizm cinsellikten fazlası. Erotizm; kırılganlık ve hakikattır, sessizliği kırmak ve içsel gücü yeniden anlamaktır. Politika ise hepimizin paylaştığı bedendir. İkisini bir araya getirmek, en mahrem yanlarımızın yaşadığımız sistemlerden asla ayrı olmadığını gösterir. Heykellerim bu ikisini birbirine örmeye çalışıyor, arzuyla politikanın her zaman bağlantılı olduğunu, iplikle ten gibi iç içe geçtiğini gösteriyor. Politika sadece hükümetler, yasalar ya da dışımızdaki güç yapıları değildir; bedende başlar. Beden; gücün, kuralların ve kısıtlamaların yazıldığı ilk topraktır. Toplumsal cinsiyet rolleri, güzellik standartları, dinsel tabular, sömürgeci tarihler hatta neyin “normal” ya da “kabul edilebilir” olduğu...
“Beden politiktir.” dediğimde, kolektif olarak deneyimlediğimiz her şeyin—baskı, özgürlük, şiddet, özgürleşme—bedenden geçtiğini kastediyorum. Ve hepimiz birer bedende yaşadığımız için bu ortak zeminimiz, kişisel olanın politik olana dönüştüğü yerdir.
“Mayinias Altar” isimli heykel serimde, ailemde 27 kadının yapısal, sözlü, fiziksel ya da psikolojik türde bir aile içi şiddet yaşadığını keşfettim. Teyzelerimi, annemi, kız kardeşimi ve büyükannemi benimle hikâyelerini paylaşmaya davet ettim çünkü tüm bu acının ve güvensizliğin nerede başladığını anlamak istedim. Araştırmamda kökleri 4. yüzyıla, İmparator Konstantin’in Hristiyanlığı kabul edip yasallaştırdığı döneme dek izledim. O andan itibaren din, özellikle de İsa’nın adı, çarpıtılmış, baskıcı ve derinden incitici şekillerde kullanıldı. Bu, tarih boyunca kadınlar için bir felaket oldu. Ben İsa’nın sözlerini ve İncil’i bambaşka bir şey olarak görüyorum. Bir kontrol silahı değil; olağanüstü gizli özgürleşme mesajlarının metni; tezahürün, gerçeği saf ifadeye dönüştürmenin manifestosu ve bu anlamda muhteşem bir sanat eseri.

Sanatın insanları filtresiz, ham insanlıkla yüzleşmeye davet ediyor. İzleyicilerin işlerine verdiği tepkileri izleyerek ne öğrendin?
Her tepki bana bir şey öğretir. Kimi şefkat hisseder, kimi rahatsızlık, kimi de beklenmedik şekilde güler. Öğrendiğim şu: beden evrensel bir dil konuşur ama herkes onu farklı tercüme eder. Yarattığım şey ile onların hissettikleri arasındaki o tercüme farkı, karşılaşmanın asıl gücünün yaşadığı yer. Bu beni büyülüyor ve gülme hissini seviyorum.
Kullandığın saç ve yapraklar gibi organik malzemeler ölümlü. Eninde sonunda çürüyecekler. Dijital mükemmellik ve kalıcılık takıntılı bir çağda işlerinin bu kırılganlığı bize ne gösteriyor?
Sevgili Berfin, saç da, yapraklar da, dijital çağ da dönüşecek. Kötü haber: Hiçbir şey sonsuza dek sürmez. İyi haber: Her şey geçicidir. Kontrole, zamanı ve çürümeyi saklamaya takıntılı bir dünyada işlerim bu konuda ısrarcı. Saç, yaprak, iplik—bize hayatın kalıcılık değil dönüşüm olduğunu hatırlatır. İnternet bile kalıcı değil. Varoluş sürelerinin güzelliği burada. Yaşarken o kadar çok ölürüz ki ölümü tanıyamayız. Bu hayatın sırrı, fiziksel olarak ölmeden önce olabildiğince çok ölmektir (egomuzdan bahsediyorum.)
Son olarak, İstanbul’daki bu güçlü sergiden sonra sırada ne var?
Latin Amerika ata kozmolojileri ile Berlin’in fetiş malzemeleri arasındaki diyaloğa daha derinlemesine girmek istiyorum. Daha kapsayıcı işler yaratmaya çağrıldığımı hissediyorum. Nefes alan heykeller, neredeyse canlı hissi veren yerleştirmeler... Gelecek, sanatın aynı anda hem yara hem de ilaç olabileceğini keşfetmekle ilgili. Yakında “Atasoybilim” (Ancestrology) çalışacağım, bu bilgeliği hayatıma ve işime uygulayıp çokça sevgiyle sizlerle paylaşabilmek için. Önümüzdeki aylarda 3 aylığına Kolombiya’ya gidiyorum. Her yolculuk düşüncelerimi yeniden şekillendiriyor ve Kolombiya Tamal’ını çok özlüyorum!