Funda Karayel ile Rota Bilinmez Kitabı Üzerine

Funda Karayel, yeni kitabı Rota Bilinmez ile hem fiziksel hem zihinsel yolculuklarda insanın kendine dönüşünü ve havalimanlarının sakladığı görünmez hikayeleri keşfe çıkıyor.
Fotoğraf: Funda Karayel
Fotoğraf: Funda Karayel

Yol bazen uçağa binmeden başlar; bazen de varılacak yerden çok, yolda yaşanan duygularla anlam kazanır. Funda Karayel için Rota Bilinmez, tam da bu hissin kitabı. Havalimanlarının karmaşasında, insanların maskesiz anlarında biriken hikayeleri satırlara taşıyan Karayel, okuyucuyu hem uzak coğrafyalara hem de kendi iç dünyasına davet ediyor. Yolda olmanın, beklemenin, vedaların ve başlangıçların izini sürdüğümüz bu söyleşide, Karayel’le yazma ritüellerini, ilham kaynaklarını ve yola çıkmanın ona kattıklarını konuştuk.  

“Bazı yolculuklar uçağa binmeden de başlar” diyorsun… Peki bu kitabın yolculuğu senin için tam olarak nerede, hangi duygu haliyle başladı?

Rota Bilinmez’in yolculuğu, bir sabah İstanbul Havalimanı’nda başladı. İnsan kendini en çok belirsizlik içinde sorgular ya ben de o devasa uçuş ekranlarına bakarken, gitmeyeceğim yerlere bilet kesiyordum zihnimde. Bazen Dzaoudzi, bazen Ouagadougou... Belki bilmediğim o yer bir çıkış yolu gösterir diye. Havalimanları bana göre bugünün gerçek sığınakları, insanların beklentilerini, yorgunluklarını, umutlarını check-in’e bıraktığı, geçmişle gelecek arasında askıda kaldıkları duraklar. Benim içinse bir tür bekleme salonu değil, bütün hikayelerimin başladığı yer. Çünkü ancak hiçbir yere ait hissetmediğimde yazabiliyorum. Yolculuk, çoğu zaman fiziksel bir eylem değil; zihinsel bir kaçış, ruhsal bir sızıntı. Belki de bu yüzden, uçmasam da çoğu saatimi havalimanında geçiririm. Orada insanlar maskesizdir, duygular açıkta, zaman ise hep ertelenmiş.

Yazmak senin için ne zaman bir ihtiyaç haline geldi? Duygunu kelimelere dökmek mi, yoksa kelimelerle duygunu anlamak mı daha baskındı?

Duygularımı kelimelere dökmekle başladım ama zamanla fark ettim ki kelimelerin beni de dönüştürdüğü, bana ne hissettiğimi söylediği bir şeymiş bu. Yani başta ben onları çağırıyordum, sonra onlar beni. İyi bir hikaye koleksiyoneriyim ve en dolu koleksiyonumu havalimanlarında biriktirdim. Herkes bir duygunun içinden geçiyor orada, gözyaşını saklamaya çalışanlar, sarılmamak için direnenler, gitmek isteyen ama gidemeyenler... Bir terminalde kaç roman başlar, kaç film biter; gerçekten saymak mümkün değil. Yazmak, bu görünmez duyguların somutlaşma ihtiyacına dönüşerek bir ihtiyaç haline geldi; bir nevi, insanlığın o karmaşık halini anlamanın ve ona tanıklık etmenin en yalın yolu oldu benim için.

Durmayın, gidin. Çünkü durmak, kendi sınırlarımızı çizer; ama gitmek, sonsuzluğa açılan kapıdır.

Kitapta okuyucuya eşlik eden bir iç ses gibisin. Peki yazarken senin kulağına fısıldayan, seni yazmaya iten o iç ses ne diyordu?

Öncelikle iç sesime çok güvendiğimi söylemem gerekiyor. İç sesim bana hep “git” dedi; o yüzden durmayı, köklenmeyi hiç öğrenemedim. Durduğum anlarda yerimde saymak, hatta gerilemek hissi sarıyor beni sanki hayallerimi erteliyorum hissi, kendimi sabote ettiğimi düşünüyorum. Hep gitmek, hep ileriye doğru akmak zorundayım; hayatla beraber sürüklenmek, yeni şeyler keşfetmek…Bu yüzden, ben de okuyucuya sesleniyorum: Durmayın, gidin. Çünkü durmak, kendi sınırlarımızı çizer; ama gitmek, sonsuzluğa açılan kapıdır.

image (1).png

Yazarken kendine has ritüellerin var mı? Nelerden ilham alıyorsun?

Yazarken kendime ait bir ritüelim var: genellikle geceyi tercih ederim. Saatler dört, beş civarı, herkes uykuya dalmış ya da uykusuzlukla boğuşurken, ben doğru duyguyu ya da kelimeleri bulmaya çalışırım. Bu saatlerde havalimanlarında hem sakin, hem karmaşık bir ruh hali vardır , kitapta anlattığım gibi Atatürk Havalimanı’nda ya da Mykonos Havalimanında gece geç saatlerde başlayan yolcu akışı, ihtirasların ve yorgunlukların karıştığı bir arenaya dönüşür. Oradaki kavga, ayrılık, tutku ve hüzün, benim yaşadığım duygusal fırtınalarla paralel giderdi. İşte bu yoğun hayatın içinden süzülen ham gerçeklikler bana ilham verdi, çünkü yazdığım her satırda hem kendimi hem de o karmaşık insanları anlatmaya çalıştım.

Yaratıcı sürecin nasıl başlıyor? Bir cümle mi düşüyor önce aklına, yoksa bir his mi dolup taşıyor içinden?

Aslında yaratıcı süreç bende her zaman bir hisle başlıyor. O an içimde bir şeyler dolup taşıyor kimi zaman tarifsiz bir mutluluk, kimi zaman kırılgan bir umut, bazen de sarsıcı bir yalnızlık. Yaratmak, o içsel dalgalanmayı dışa vurmak, karmaşayı anlamlandırmak ve sonunda kağıda dökerek bir parça özgürleşmek demek sanırım.

Deneme ve öykü türlerini bir arada kullandığın bir anlatım tercih ediyorsun. Bu yazım biçimi nasıl şekillendi?  

Aslında yıllardır kişisel duygu ve düşüncelerimi anlattığım, kimseyle paylaşmadığım onlarca denemem var. Deneme benim için bir iç konuşma, bazen bir iç hesaplaşma biçimi. Ama zamanla şunu fark ettim: Bu yazılar, bir kurguya, bir atmosfere, bir hikayeye yaslandığında daha da derinleşiyor, genişliyor. Bu kitabın hem deneme hem öykü formunda olmasını istememin sebebi de buydu aslında. Çünkü bu yazım dili, 11 yıldır sürdürdüğüm gazeteciliğin, özellikle insan hikayelerine duyduğum refleksin doğal bir devamı gibi.

Sence havalimanlarının bu kadar yoğun duygulara sahne olmasının sebebi ne? Orada zamanı durdurup kendi içimize bakmak neden bu kadar mümkün?

Çünkü havalimanları hayatın hızını bir anlığına kesen ender yerlerden biri. Orada bir yere gitmenin heyecanı, bir kişiye veda etmenin hüznü, yepyeni bir hayata atılmanın kaygısı aynı anda, aynı salonda buluşur. Herkes başka bir duygunun eşiğindedir ama o eşiği geçmeden önce beklemek zorundadır. Ve işte o bekleyiş… Zamanın askıya alındığı, dış dünyanın sustuğu, iç sesimizin ise fazlasıyla yükseldiği o anlar. Bekleme süreleri çoğu zaman bir zorunluluk gibi görünür ama aslında bir lütuftur. Sessiz bir köşe bulup içine çekildiğimizde, düşünmeye, durmaya, kendimizi duymaya başlarız. Özellikle sürekli koşturmanın içinde olan şehirli insan için havalimanı bir duraktır; sığınaktır. Gitmeden önce son kez kendine bakma, hissetme, tamam mı devam mı deme alanıdır. Ve belki de bu yüzden en derin yüzleşmeler hep orada olur uçuş tabelalarının altında, içten içe vedalaşırken ya da yeni bir başlangıcın sessizce provasını yaparken.

IMG_7217-min.jpeg

 

Gittiğin yerlerin senden götürdüğü ya da sende bıraktığı şeyler oldu mu? Yolda olmak sana neleri hatırlatıyor?

Götürdüğü çok oldu, bıraktığı şeyler de elbette ama hepsi en çok dönüştüren oldu. Bu kadar uzun süre yolda olmak, insanı istemeden büyütüyor. Yol dediğin şey sadece varılacak bir yer değil çünkü; aslında bir tür aynaya dönüşüyor. Her şehirde başka bir yüzünle karşılaşıyorsun, her vedada başka bir halinle. Bazen senden bir parça eksiliyor, bir dostluk, bir alışkanlık, bir eski hal… Ama yerine gelenler de az değil. Yeni bir bakış, yeni bir ses, bazen de sadece susmayı öğrenmiş bir sen. Yol, insana hem kaybetmeyi hem kabullenmeyi, hem özlemeyi hem özgürleşmeyi aynı anda öğretiyor. Bu yüzden bazı şehirler geçti benden, bazıları içimde kaldı ama hiçbir yol boşa çıkmadı.

Bugüne kadar gittiğin yerler arasında seni en çok etkileyen rota hangisiydi? Hala hatırladığında içinde bir şey kıpırdatan bir an ya da durak var mı?

Her yolculuk bir iz bırakıyor ama bazıları var ki, içimde hala kıpırdayan bir şey taşıyor. Ürdün’de Petra, Japonya, Suudi Arabistan mesela. Hepsi iz bıraktı ama Suudi Arabistan’dan dönerken uçağa biner binmez sebepsizce ağlamam hala aklımda. O gözyaşının tam olarak neye ait olduğunu hala bilmiyorum. Orada, çok farklı bir enerji var. Sert ama derin, uzak ama tanıdık. Hala hatırladığımda gözlerim doluyor. Japonya ise başka bir tür sessizlik... Düzeniyle, zarafetiyle, kendine ait bir ritmi var. Hayatımın bir döneminde mutlaka yaşamak istediğim yer orası çünkü zamanın farklı aktığı, duyguların daha içe çekildiği bir yer gibi geliyor bana. Hatta ikinci kitabım, havalimanı hikayelerinden oluşacak ve o kitabın kalbi Japonya havalimanlarında atacak. Petra’nın kayaları arasında yürürken ya da Wadi Rum’un sonsuz kızıllığında ilerlerken, başka bir gezegenin yalnız yolcusu gibiydim. Dışarının sesi kesilmişti, içerisi ise daha önce hiç bu kadar net konuşmamıştı. Tarifi yok; ama insanın içini susturup sonra yeniden konuşturan yerlerin az olduğunu biliyorum.

Bugünlerde seni en çok ne heyecanlandırıyor? Bir fikir, bir yolculuk, bir hayal… Kalbini hızlandıran şey neyse, biraz anlatır mısın?

Bugünlerde beni en çok heyecanlandıran şey, kitabımın yeni baskıları… Daha çok yeni St. Petersburg’dan döndüm, hala etkisindeyim. Savaş sonrası Rusya’sında farklı bir şey var; tam ne olduğunu keşfedemedim o yüzden keşfedene kadar oraya birkaç seyahat daha planlamak istiyorum. Kitabımın Amerika’da basılıp okunması en büyük hayalim şu günlerde. çünkü kitap İstanbul Havalimanı’nda başlayıp New York’ta bitiyor. Belki de bazı hikayeler tam da başladıkları yerde bitmeli; ya da tam da bittiği yerde yeniden başlamalı…

Ve son olarak... Rota Bilinmez’i ilk defa eline alacak birine tek bir cümleyle seslenme şansın olsa, ona ne söylersin?

Rotalar bilinmez ama hisler yol gösterir.

yigitcangenc1
Yiğitcan Genç
Yazar
Yiğitcan Genç, dergicilik hayatına bone Magazine & Curated Magazine dergilerinde başladı. Bant Mag., Dadanizm, L'Officiel Hommes Türkiye, Based Istanbul ve GQ Türkiye gibi yayınlarda editörlük yaptı. Dijital dünyada güçlü editoryal içerikler yaratmanın önemine inanarak üretimine devam ediyor.
Devamını okumak için tıklayın
Haftalık