Girls’ü Dördüncü Kez Bitirip Too Much’a Geçtim: “Çok mu Fazla” Lena Dunham Oldu?

Hava da çok fazla sıcakken yapabileceğim en güzel şey, Lena Dunham’ın yeni dizisini bitirmekti.
YAZAR:
girls-u-dorduncu-kez-bitirip-too-much-a-gectim
Girls | HBO

Geçen haftalarda Girls’ü dördüncü kez baştan izleyip bitirdim. Bazı diziler, bazı kitaplar gibi hayatın farklı dönemlerinde yeniden değerlendirilmeyi hak ediyor. İzlerken bir noktasında Instagram Close Friends’imde yaptığım bir paylaşımda “30’a gireceğim yıl izlemek… Nasıl söylesem, biraz zorladı” diyordum.

Yanlış anlaşılmasın, 20’lerin başlarındaki bu arkadaş grubunun yaşadıkları “cringe” geldiği için değil, tam tersi hala bir yerlerde yakın hissettirdiği için. Her şeye rağmen iyi ki tekrar izlemişim çünkü Lena Dunham 10 Temmuz’da “Too Much” ile, bu kez 30’lardan bir hikaye ile yeniden hayatımıza girdi. Hatta büyük oranda kendi hikayesiyle.

Girls bize ne hissettirdi?

Too Much’a dalmadan önce hikayenin yaratıcısını, iddialı “Kendi jenerasyonumun sesi olabilirim” repliğinin sahibi Lena Dunham’ı konuşalım istiyorum. Sanatçı bir anne babanın New York’ta büyümüş kızı, üniversiteden mezun olur olmaz sektöre pek çok insanın giremeyeceği bir hızla girdi. Evet, 23 yaşında Girls’ü HBO’ya sattı. Çocukluğundan beri hikaye anlatıcısı olma hayali kuranlar için gerçek olamayacak bir rüya gibi. (Nepo baby’leri yıllarca konuştuk, kabullendik, ayrıcalıklarını kullanırken en azından iyi işler çıkarmalarını bekliyoruz). Girls, 2012’de, milenyum estetiğinin her yerde olduğu dönemde hayatımıza girdi. Hannah, Marnie, Jessa, Shoshanna dört yeni mezun, ayrıcalıklı sayılacak arkadaş New York’ta kendilerini bulmaya, eğlenmeye, ilişki kurmaya, arkadaşlıklarını hayatta tutmaya çalışıyordu.

Arkadaş gruplarının başrolde olduğu hikayelerin pek çoğunun aksine, bu dört insan birbirine “her şeye rağmen” bağlı değildi. Birbirlerinden nefret ettiler, uzaklaştılar, büyüdüler, geri döndüler. İzlerken hiçbir karakteri tam olarak sevmedik. Hatta bazı anlar fazla “gerçek” geldiği için rahatsız olduk. 20’lerin hiç de kolay olmadığını, arkadaşlıkların sürmesi için “İki elim kanda olsa oradayım” demenin şart olmadığını ince ince işleyerek anlattı Girls.

6 yıl süren dizi tamamı beyaz, ayrıcalıklı ana karakterleriyle çeşitlilikten uzak olduğu (Hem de New York gibi bir şehirde!) gibi haklı eleştirilerin yanı sıra özellikle Lena Dunham’ın dizideki çıplaklığına dair rahatsız edici yorumlarla internet kültürünün en çok konuşulan işlerinden biri oldu. Bugün mü? “İkonik” denilen replikler, genç yetişkinlik sancılarına tercüman denilen sahneler internetin her yerinde. 27 yaşında bir arkadaşım geçen hafta diziye başladı ve dört bölümden sonra beni aradığında ilk söylediği “Keşke birkaç yıl önce izleseydim. Aynılarını yaşadım” oldu.

“Jenerasyonun sesi” olmak çok fazla iddialı ama “birazının bile” sesi olabilmek etkileyici.

“Çok Fazla” Olma Zamanı

Too Much’a gelelim. Başrollerinde Megan Stalter ve Will Sharpe’ın olduğu 10 bölümlük bir romantik komedi. Jessica (muhteşem Megan Stalter), hayatını geçirdiği New York’ta zorlu bir ayrılık yaşıyor. Hayatının tepetaklak gidişi karşısında “ışıltısını” (Bu arada “Seni tanıdığımda ışıldıyordun, bir süredir matsın” repliği biraz sarstı) kaybettiği noktada bir iş fırsatıyla Londra’da yeni bir başlangıç yapma şansı doğuyor.

Too Much, 30’larındaki Jessica’nın hayallerini kurduğu hayatı elinden kayıp giderken yeniden başlama hikayesi. Işıltısını bulmak için gittiği Londra’da aklı geçmişte ama eski sevgilisinde değil, onun yeni influencer sevgilisinde (Emily Ratajkowski.) Kilometrelerce uzakta da olsa eski sevgilisinin yeni sevgilisi Wendy’nin Instagramı’na “düşmekten” vazgeçemiyor. Kendi kendine kaydettiği video-günlüklerde kalbini kıran eski sevgilisine değil, Wendy’e  (Emily Ratajkowski) seslendiğini duymak bana ilginç geliyor. Bir noktada hafif hayranlıkla karışık takıntı haline getirdiği Wendy’e seslenirken “Beni tanısaydın severdin” bile diyor. Wendy’nin ise başka bir kadının kalbinin kırılmasına hiç sebep olmak istemediğini ilerleyen bölümlerde görüyoruz.

Bütün hayal kırıklıklarına rağmen Jessica, Londra’ya “İngiltere kırsalında geçen dönem filmlerine” duyduğu romantizmle gidiyor. Peri masalı aşkların filmlerde kaldığını kabullendiğini görüyoruz. Şehre adapte olmak için gittiği bir pub’da indie müzisyen Felix (Will Sharpe) ile tanışıyor. Aşk hikayesine döneceğini beklemeden yaşadığı karşılaşma, diziyi bir romantik komediye dönüştürüyor. Karakterler birbirini hızlı buluyor olsa da mini dizi boyunca birbirlerinden önceki hayatlarının çatışmasını izliyoruz. Günün sonunda da birbirlerini yaralandıkları yerlere “rağmen” değil, oralar sayesinde seven iki insanın hikayesine tanık oluyoruz.

Bu Defa Gerçeklik Payı Var

Girls’te ne kadar aksi iddia edilse de, Lena Dunham, canlandırdığı Hannah karakterinde kendinden yola çıkmamıştı. Hatta geçen günlerde katıldığı Girls Rewatch podcastinde kendisine en benzeyen karakterin Shoshanna olduğunu söylüyor. Too Much’ta ise işler değişiyor. Dunham’ı Girls sonrası takip edenler bu dizinin, kendisinin de söylediği üzere, yarı-otobiyografik özellikler taşıdığını çoktan görmüştür.

Dunham, Girls dönemi sevgilisi olan müzisyen Jack Antonoff’tan 2018’de ayrılmış, Antonoff’un yeni ilişkileri manşetlere taşınmaya başlamıştı. Dunham, ayrılığın üzerindeki etkisi konusunda hep açık olmuş, Vogue için yazdığı bir denemede ayrılığın onu “neredeyse öldürdüğünü” söylemişti. 31 yaşında histerektomi yaptırma sürecini tüm şeffaflığıyla anlattığı yazısında ise ameliyata giden hastalık sürecinde ilişkilerindeki mesafeyi görmeye başladığını yazmıştı. Ağır bir ameliyat ve ağır bir ayrılık sonrası Lena Dunham, pandemide bir film çekimi için gittiği İngiltere’ye taşınma kararını duyurdu. Kısa bir süre sonra ise aynı Too Much’taki gibi bir indie müzisyen olan Luis Felber ile tanışıp evlendi. (Too Much’ın yapımcılığını beraber yaptılar.)

Too Much’ı izlerken Dunham’ın artık bir jenerasyonun sesi olma iddiasını değil, kendi sesini bulmuş halini görüyorum. Girls zamanı kendini bulma yolculuğundaki 20’lik Hannah karakteriyle özdeşleştirildiği yıllardan sonra, kendi hikâyesini tüm duyarlılığı ve abartısıyla sahipleniyor. Ve bana da hatırlatıyor: Cool görünmek, duyguları bastırmak ya da sakin kalmak zorunda değiliz. Aşk acısını da, umudu da, yeniden başlamayı da “çok fazla” hissetmenin samimi ve özgürleştirici bir yanı var.

melis karaca
Melis Karaca
Yazı İşleri Müdürü
Elif Melis Karaca gazetecilik kariyerine T24’te dış haberler editörü olarak başladı. T24’teki tecrübelerinin ardından Columbia Üniversitesi Gazetecilik Yüksekokulu’nda yüksek lisansını tamamladı. Gündemi her yönüyle yakından takip etmeyi, dünyadaki her gelişmeye insan hikâyeleri gözüyle bakmayı seviyor.
Devamını okumak için tıklayın
Haftalık