Tek Başına Tatil Devrimi

Neden tatile tek başına gidiyorsun?
Kocan bir şey demiyor mu?
Evli kadın tek başına tatile mi çıkarmış?
Ayıp olmuyor mu?
Geçen hafta Barcelona'da bilmem kaçıncı solo travel'ımı yaparken ben,
soruldu yine aynı sorular.
Soruşturma ekibinin başında daima annem var.
Ekibin kalanıysa takipçilerim.
Yadırgamıyorum.
İtiraf etmek, özgür kadın imajımı tam ortadan yırtacağı için sanırım kimseye söylemedim.
Ama bir dönem ben de aynı ekipteydim.
Evliliğimin ilk yılında 4-5 kez uçak bileti almışlığım var.
Ve uçuş yaklaşınca her seferinde biletleri yakmışlığım...
Oysa 20'li yaşlarım tek başıma çıktığım sayısız seyahatle geçmişti.
Ve 30'larımın başında evlendiğim adam, kendimi olduğum gibi muhafaza etmeme engel olmayacak biriydi. Bu onu sevme sebeplerimdendi.
E o zaman neden tek başıma tatile gitmek için bilet aldığımı bile söyleyemiyordum?
Söyleyemedikçe öfkeleniyordum öyle haftalarda.
T-shirtünün yerini soracak olsa, anama küfretmiş gibi kükrüyordum: "OFF NEREDEN BİLEYİM BEN YAA NEREDEN BİLEYİM?"
30 yaşına kadar yaşadığım ilişkilere bakınca senaryo hep aynı.
Bu bilet al-bilet yak döngüsü üzerine epey düşündüm.
Düşündükçe üzüldüm.
Tek başına tatile gitmek ya da gidememek, buzdağının ucu.
Suyun altı ilişkiler mezarlığı, yediğim darbeler, çıkarılmış dersler, bir erkek tarafından sevilmek için giymem gerektiğine sonunda ikna edildiğim kostümler.
30 yaşına kadar yaşadığım ilişkilere bakınca senaryo hep aynı.
Göz kamaştıran renkleri, parlak ışıkları var kızın, ona doğru çekiliyor erkekler.
Ama fazla yaklaşırlarsa da ışığa, gözleri rahatsız oluyor, ya biraz kısarsın ya da ben sahneden çekilirim diyor erkekler.
E o zaman...
Ben şimdi yine bekar günlerimdeki gibi tek başıma tatillere çıkarsam, elimde kameram çantamda günlüğüm hayatla dolup taşarsam, evdeki Gözde'den daha fazla ışık saçmaya başlarsam...
Bilmediğim sokaklarda gece hiç korkmazsam, tüm korkan kızların yapacağı gibi kocamı arayıp yavru kedi sesiyle 'onsuz' korktuğumu anlatmazsam...
Kendimle kalmayı çok özlediğimi YouTube videolarımda herkese ilan edersem, en büyük özlemim kendime olduğu için kocamı pek de özlemezsem...
Aynı senaryo yine tekrarlanmaz mı?
Tekrarlanır.
Demişim.
Diye diye girmişim bilet al-bilet yak döngüsüne.
Evliliğin ilk yılını öyle devirmişim.
Boşver Gözde.
Tango yapmayı da özledin biliyorum. Tango kurslarına da bakıyorsun arada İzmir'deki. Arayıp fiyat da aldın. Ama yazılmadın, tango seksi bir dans dedin, annenin tabiriyle 'elin adamları' ile dans mı edeceksin yani dedin? Ve ondan da vazgeçtin.
Sevilmek için giymen gerektiğini düşündüğün o kostümü ütüleyip ütüleyip yine giydin.
Kurstan kaçılır ama kendinden kaçamıyorsun.
Evliliğin ikinci yılında ağır bir depresyon başladı.
Günde 9-10 bira içmeye başladım.
Evde alkolik gibi gözükmemek adına boş şişeleri ayrı bir çöp torbasına koyup gizlice atıyordum. Zar zor çalışıyordum. Çekim yapmam gereken markalara hastayım diye yalan söyleyip işleri erteliyordum.
10 kilo aldım. Arkadaşlarımla görüşmeyi kestim. Çünkü arkadaş oldukları kişi artık ben değildim.
Kendimi o kadar 'kendim gibi' hissetmiyordum ki YouTube kanalımı da boşladım.
Edinmek için o kadar uğraştığım 200 bin takipçim, şimdi tam da hayal ettiğim gibi hevesle yeni videolarımı beklerken, hayalimi sahipsiz bıraktım.
Anlayamıyordum olan biteni.
Beni tüm renklerimle sevdiğini düşündüğüm, sevgiliyken yanında bir gün bile olduğumdan farklı biri gibi davranmadığım, en yakın arkadaşıma karşı neyse yanında tam olarak o olabildiğim bu adamdan evlenince ne olmuştu da çekinir hale gelmiştim? Adam aynı adamdı. Ben neden değişmiştim?
Terapiye başladım. O başka bir yazının konusu. Süreci geçiyorum.
Sonuç: Terapi yaradı işe.
İhtiyaç hissetmemeye başladım korkudan giydiğim o kostüme.
Çıkardım.
Ardından da kendimi tek başıma seyahate çıkardım.
Tayland'a aldığım uçak bileti, evliyken yakmadığım ilk biletim oldu.
Bangok, Pattaya derken 10 gün dolaştım.
Gezi vlog'ları çektim.
Son zamanlarda çok sıkıcı bulmaya basladığım, kendisine katlanabilmek için şişelerce biraya ihtiyaç duyduğum kızı, ayık kafayla da eğlenceli bulduğumu fark ettim. Yeniden...
Gözünün ışığı söndü derler ya, lafın gelişi değil o.
Var öyle bir ışık.
İnsanın sadece ve sadece kendisi tarafından yakılıp söndürülebilen.
Yakıp söndürme yetkisi kimseye; hiçbir sevgiliye, ana babaya, patrona, arkadaşa atfedilmemesi, her koşulda sende kalması gereken...
Tayland müthiş geçti.
Korktuklarım başıma gelmedi.
Hatta ikimiz için de daha eğlenceli bir hale gelmeye başladı evlilik.
Dönüşte dans kursuna bile yazıldım.
O zamandan beri de her sene birkaç solo travel patlatıyorum.
Bangkok, Berlin, Atina, Belgrad, Barcelona, Mykanos....
Kendimle buluşuyorum, oynaşıyorum, dertleşiyorum.
Neye ihtiyacı olduğunu soruyorum.
Yetişkinlikteki roller fırsat vermiyor bazen buna.
Rol çok. Birilerinin sevgilisi, birilerinin evladı, birilerinin iş arkadaşıyız hepimiz.
Başkalarının ihtiyaçlarını giderirken, kendi ihtiyaçlarını kaçırıyorsun.
Zamanla hem kendine hem onlara öfkeli; suratı asık, hayattan şikayetçi, yarına hevessiz bir hal alıyorsun.
Hoşlandığın biriyle buluşacakken hazırlandığın gibi hazırlan. Kendinle buluşmaya gidiyorsun!
Alma.
Bilet al.
Gözünde büyütme planlamayı falan da.
En merkezi yer neresiymiş bak.
Oteli ona göre arat.
Roma'ya mı gidiyorsun, Google'a Roma'da yapılacak şeyler yaz.
Bitti. Bu kadar!
En sevdiğin giysilerin, en coşkulu playlist'in, en güzel rujun...
Hoşlandığın biriyle buluşacakken hazırlandığın gibi hazırlan.
Kendinle buluşmaya gidiyorsun!
Bundan böyle bana neden tek başıma seyahat ettiğimi soranlara bu yazıyı yollayacağım. Instagram'da Barcelona'da tek başına gülüp oynadığını gördüğünüz kadınla empati kurmak belki zor.
Ama bu yazıyı okuyan her kadın; sevilmek için fark etmeden giyiverdiğim, çıkarana kadar anamın ağladığı o kostümü az çok bilir.
Giydiği ya da giymeyi reddettiği günlerden bilir.
Tek başına tatil benim devrimimdir.
Katılmak isteyene iyi uçuşlar dilerim.