Kadınlar Neden Boşanmak İstiyor?

Evliliklerde boşanmak isteyen tarafın genelde kadınlar olduğunu biliyor muydunuz? Erkeklerin, beyaz gelinlik hayaliyle yanıp tutuştuğuna inandığı, “Abi kız illa evlenmek istiyor” diye şikayet kisvesi altında içten içe böbürlenerek arkadaşlarına anlattığı o kadınlar; kurdukları hayal yaşadıkları hayata denk düşmediğinde boşanıp beyaz gelinliklerini ikinci el uygulamalardan satıyorlar artık.
Ben değil, araştırmalar, istatistikler söylüyor. Türkiye’de boşanma davalarının yarısından fazlasını artık kadınlar açıyor. Geçen yıl 600 bin kişi evlenmiş, 200 bin kişi boşanmış. Her üç evlilikten biri rahmetli oluyor yani. Ölüm fermanınıysa çoğunlukla kadın yazıyor. Sadece mahkemede değil. Çift terapistlerine göre evliliği kafada ilk bitiren taraf genelde kadın. Önce duygusal olarak boşanıyor kadınlar, sonra hazır hissettiklerinde yasal olarak...
Aynı fermanı geçen sene kendi de imzalamış, evliliğinin cenazesini YouTube’ta binlerce takipçisiyle beraber kaldırmış bir kadın olarak konuya iştahım kabarık. Sayısız kadın hikayesini paylaştı benimle bu süreçte. Araştırmalardan, istatistiklerden önce, mesaj kutumdan öğrendim genç kadınların artık boşanmayı son derece ‘değerlendirilmesi gereken’ bir seçenek olarak gördüğünü ve sıkça işaretlediğini bu şıkkı...
Peki bu değişim nasıl oldu? Kadınlar neden boşanmak istiyor?
Elbette sebepler çok çeşitli ama takipçilerime açtığım soru kutucuğunda bir sebep var ki kutucuğu ele geçirmiş: Drama king’lerle uğraşmak kadınların canına tak etmiş! (Bu meseleye Cosmo daha önce değinmişti.)
Erkeklerin pek işine gelmeyebilir bu yazacaklarım ama içeriden bildiriyorum: Kadınlar artık kişisel asistanınız olmak istemiyor beyler. Günümüzde boşanmak çoğu kadın için bir çeşit istifa. Eşine 7/24 asistanlık yapmaktan istifa ediyor artık kadınlar. Eş olmak istiyor, birbirine hayat yolunda eşlik eden olmak, eşit bölüşmek istiyor hayatın yükünü. Ütüyü, biten tuvalet kağıdını, çocuğun okul ödevini, alınacak kıymayı, teki bulunamayan beyaz çorabı, kocasının babasının doğum günü için seçilecek hediyeyi, veli toplantısını, bayram tatili planını, atılacak çöpü, sofradan bulaşık makinesine götürülemeyen o tabağı, sosyal hayatı planlamayı, kocasının iş seyahati sonrası açılıp yıkanacak bavulları, terziyi, kuru temizlemeden alınacak gömleği... Hepsini tek başına düşünen olmak istemiyor artık kadın.
E kadın da çalışıyor günümüzde, o da para kazanıyor, o da yoruluyor. Bu kişisel asistanlık görevi ek mesai. Yıllara yayıldıkça bu ağır mesailer, gitgide tüketiyor.
Yok! Hemen pes etmiyor. Hatta yıllarca pes etmiyor. Umut kadının ekmeği! Defalarca konuşuyor kocasıyla, tatlı dille anlatıyor, olmuyor; tepine tepine anlatıyor, olmuyor. Ne kadar çok konuşursa o kadar az anlaşıldığını, ne kadar bağırırsa o kadar az duyulduğunu, gitgide görünmez, duyulmaz olduğunu hissetmeye başlıyor. Alıngan ilan ediliyor. Haksızlığa ses çıkarmak alınganlık, eleştiri ise dırdır kabul ediliyor başarısız evlilikler sözlüğünde.
Yaptığı fedakarlıklar bir lütufken bir de bakıyor ki kadın hepsi vazifesi olmuş. Pantolonun ütüsü mü yokmuş, çarpılıyor kapılar. Ve işte, o çarpan kapının sesiyle uyanmaya başlıyor bazı kadınlar...
Sorgulamaya başlıyorlar. Hak ediyor mu bu adam bunca emeğimi? Ya da ben hak ediyor muyum bu muameleyi? Peki bu evlilik bana ne katıyor? Katıyor mu bir şey? Yoksa benim hayatım batarken onunki mi çıkıyor? Düşünmeye başlıyor... Buradan tutamıyorum belki başka yerinden tutarım ve bırakmam diyor... Ekmeği elinde, ilişkiyi sürdürmek için bir sebep arıyor...
Birlikte geçirdikleri vakitlere kafa yormaya başlıyor bu kez... En son ne zaman seviştiler, bir düşünüp sayması gerekiyor günleri, belki haftaları, ayları... Takvimler flu. Günün nasıl geçti kocacım... Şu iş noldu kocacım... Ee daha daha nasılsın kocacım... Kocacım da kocacım! Kocaların cevapları kısa. Bir gözleri televizyonda, diğeri telefonda... Kadın ise iletişimi devam ettirebilmek adına bitmeyen monologlarda... Kadın kendini ikna etmeyi çok iyi biliyor. Geçmişe sımsıkı tutunuyor. ‘Olsun’lar icat ediyor her döneme ve duruma uygun. ‘Olsun’ diyor, eve vaktinde geliyor, bak Ayşe’nin kocası her gece içiyor meyhanelerde, ya öyle bir koca olsaydı? ‘Olsun’ diyor, Fatma’nın kocası kadını resmen eve kapattı, ya benim kocam da özgürlüğüme karışıyor olsaydı?
‘Olsun’ diyor yaparım tüm işleri, sırtlanırım yükleri, günün sonunda beni gerçekten SEVİYOR?
Sevgi mi? Seni mi seviyor, hizmetinin kalitesini mi? Dürüst ol kendine. Mutlu musun, yorgun musun, nasıl hissediyorsun, hayattan bu ara neler bekliyorsun, günün nasıl geçti?
Bunlara hiçbir alaka duymayan, en son ne zaman uzun uzun öpüştüğünüzü hatırlamadığın biri seni GERÇEKTEN seviyor olabilir mi?
Sevgi meraktır, sevgi kikirdemedir, sevgi naziktir, sevgi dokunmaktır, sevginin gözü açıktır görür seni, sevgi dikkat kesilir duyar seni, dinler. Sevginin gönlü elvermez seni üzmeye. Üzerse en çok kendi üzülür.
Sen içindeki sevginin büyüklüğünden, onun sevgisizliğini görmüyorsun. Sen senin sevginle ısınan yuvanın sıcaklığını ikinize mal ediyorsun, dağılmasın yuvamız diyorsun... Yuva sensin, görmüyorsun.
Anladım ki boşanan kadın bunu görmeyi ‘tercih eden’ kadın. Bunu kendine itiraf edebilen, bu itirafın yarattığı hayal kırıklığını, acıyı, ıssızlığı henüz evlilik devam ederken, aylarca belki yıllarca yaşayan, sindiren, düşünen, taşınan, sevgisinin ısısı gün be gün kısılan, boşanmak için ihtiyaç duyduğu soğukkanlılığa ulaşınca da ‘yuvasını’ da alıp giden kadın...
Bu yazıyı okuyan erkekler için özetleyecek olursak mesele: İki kişiyken de yalnız, hatta belki daha da yalnız olduğumuzu anladığımız için boşanıyoruz.
Madem yalnızız, hiç olmazsa kendi sarayımızda; kendi tacımızı parlatmaktan sorumlu olduğumuz bir hayatta yalnız olalım diyoruz!
İki kişilik yalnızlık hüzün veriyor, böylesiyse huzur...