Ben Yine Sana Vurgunum

Kalben, Porto’da Primavera Sound Festivali’ne gitti. Dinlediklerini, izlediklerini ve şehirde ruhuna dokunan her detayı Cosmo için yazdı.
YAZAR:
Fotoğraf: Kalben
Fotoğraf: Kalben

Berkle Porto uçağı beklediğim insanlardan biri yaklaşık iki metre boyunda, beyaz saçlı bir pervane olan müzisyen ve görsel sanatçı Anohn. Kalbim yerinden çıkacak gibi. Primavera Sound’da onu da sahnede izleyeceğim. Beş buçuk saatlik uçuşun sonunda ona bir şiir veriyorum. Çok utanıyorum. O da utanıyor. Böyle utangaçlıkları özlemişim. Rızamı almadan fotoğrafımı, videomu çekenlerden çok uzakta, yormayan bir havaalanında, önümdeki leziz ve çıtır sandviçten koca bir ısırık alıyorum. Birkaç dakika sonra Seigo geliyor ve beni eve götürüyor.

Şehirle Tanışıyorum

IMG_5994.jpg

Avlulu apartmanları sevdiğimi düşünerek köpüklü şarabın tadını çıkarıyorum. Ekmek, şarap tamam. Sırada sokağı tanımak var. Markete yürüyorum. Yeni şehirler keşfederken hoşuma giden bir şey daha: Marketler.

Feta, çeri domates, avokado, limon ve çilek alıyorum. Her sabah kendime bu malzemelerden salata yapacağım. Spoiler: Yapıyorum da.

Ertesi gün cilt temizleyici almaya çıkmışken enfes bir pastane buluyorum. Camekanın arkasında tatlı kadınlar var. Gülümsemekten başka işim yok. İki çeşit tuzlu iki çeşit tatlı yiyorum enfes bir espresso eşliğinde. Neden her şey bu kadar leziz?

Kasada tereyağlı ekmek tabağını görüyorum. Yerli olsaydım o tabağı isteyebilirdim, diye düşünüyorum. Daha fazlasına ne gerek var öte yandan, mutluyum işte bu rastgele yaz sabahında.

Müthiş tatlı, bembeyaz saçlı bir kadın (önünde sadece kahve var) tabağıma bakıp “Güzel ha?” diye soruyor. Anlıyorum Portekizceyi. Ellerimi dudağıma götürüp tüm parmak uçlarımla öpücük işareti yapıyorum. Keşke konuşabilsek. Bu sıkışma nereye gitsem benimle. Keşke konuşabilsek.

Yollarda birbirlerine sarılarak göğü yeşillendiren ağaçlar, onların gölgesinde oynayan çocuklar ve motifleriyle, renkleriyle göz alan fayans kaplama duvarlar…

AfterlightImage 3.jpg

Kendi Konserime Gider Gibi

Eve dönüp hazırlanıyorum. Kendimi konserime giyindiğim gibi giyiniyorum. İlk günün en heyecanlı anlarından Charli XCX ve ertesi günü bekleme sebebim Deftones eşliğinde alana yürüyorum. Burası, Avrupa’nın denize kıyısı olan en büyük parkı. Dört farklı sahne var. “Marka yatırımlarına bak” diye geçiriyorum içimden. Ülkemde hiç olmamış ve artık olmayan bir sürü özgürlüğü, kaynağı, desteği düşünüyorum. Ne kadar da yalnız yürüyor insan karanlıkta senelerce.

Momma, Tulpa Ruz, Angelica Garcia ve Christian Lee Hutson güneşli ve sıcak gündüz sahnelerini kendileriyle kuşatıyor. Hepsini yakalıyorum. Şimdiden 10 bin adım tamam.

Ve Glass Beams sahnede. Resmen “Yaz tahtaya bir daha, tut defteri kitabı” çalıyorlar. Frontman uzaydan gelmiş, seksi bir yaratığa benziyor ya da onu öyle görmeye ihtiyacım var. Etrafa bakmıyorum. Maskenin altındaki yüzü merak ediyorum.

Fontanes DC’nin sahnesine geçiyorum. Dublin’den fırlamış olan bir grup genç, enfes dark rock’n roll işler çevirdiler. Sonra beyaz saçlı dev pervane Anohn’un sırası geliyor. Ölen ve geri dönüşsüz biçimde yok olan mercanlara ağıt yakan bilim insanlarının gözleri dola dola anlattıkları gerçekler şarkıların arasına serpilir. “Neden bir virüs oldum?” diye soruyor saçımı okşayan sesiyle. “Annesiz bir çocuk gibi hissediyorum” diyor. Bir mercan oluyor soyu çoktan tükenmiş… Ağlıyorum. Ağlamak öyle çok geliyor ki.

Charli XCX’in tatlı poposunu umutsuzca sallayarak herifin eşyalarını bir çöp torbasına koyup merdivenlerden yuvarladığını anlatışını izliyorum.

Bu kadının bir çeşit devrim yaptığına kanaat getiriyorum. On binlerce insanı tek başına tutuyor avuçlarında. Bedenini cinsel bir obje olma tuzağına hiç düşmeden, ancak pekala erotik bir çekicilikle, hemen hemen hiç sınırlanmadan ve korkmadan savuruyor. 14 yaşında rave’lerde çalması için ona eşlik eden anne babasını da görüyorum sahnenin bir kenarında sanki.

Kızlarıyla gurur duyuyorlar ve ben seyahatlerimde özlemlerime daha da yakınlaşıyorum.

Carbou ile dehşetengiz dans ettikten ve seviyesizce eleştirilmek yerine elin insanlarıyla müthiş bir uyum yakaladıktan sonra eve yürüyorum gecenin 3’ünde.

Mavi Tül Elbisem ve İkinci Gün

6 bölümlük mini bir dizi gömüyorum ertesi gün. Evin yakınında şampanya içiyorum. 7 euro ödüyorum. TL olarak hesap etmiyorum. Uygarlık tarihine dalmıyorum. Umurumda değil, tamam mı? Bu an, her şey sadece bana ait. Buraya ben ulaştım, emeğimle ve vazgeçmeden.

Pırıltılı ceketim ve mavi tül elbisemle özgüven tavan yürüyorum. 17 yaşımdan beridir âşık olduğum Deftones’u izleyeceğim.

Öncesinde Michael Kwanuka’nın müziği ve şahane orkestrası kalbimi genişletiyor.

Chino Moreno’yu canlı canlı gördükten ve Change şarkısına eşlik ettikten sonra eve yürüyorum. Yine tüylerim diken diken eden hiçbir şey olmuyor. Yine güvendeyim. Elimde sürü uçlu bir obje falan taşımıyorum. Gecenin yumuşak ve ılık havası, terli saçlarımı kurutuyor üşütmeyeyim diye.

Dans Ediyorum, Hiç Korkmadan

Tepeye uzanan bir okyanusa benziyoruz üçüncü gün. Tüm bu kafaların arasında hiçbir etkide olmadan, bir şey beklemeden yahut birine… Varım. Neşeyle dans ediyorum Parcels eşliğinde.

Sonra acıkıyorum ve 5 Oceans’a gitmeye karar veriyorum. 12:00-16:00 arasında kapalı olduğu için orada yemek yiyememiştim. Bazen bileklerim ve midem sevilmeyi hak ediyor. Yolda tüm müzikle geride kaldığı, trafik ve akşama kadar normal kalabalığın ilerlediği bir tenhalık yaşıyorum gündüz ekler yiyip kahve içtiğim pastanemin yakınında.

Bir şarkı tutturuyorum.

I don’t love anyone, I don’t want anyone
I will not share even if you dare me
to open up my heart to you.

Müzikle yaşadığım kusursuz ilişkiyi bir insanla asla yaşayamayacağımı ve derinlerimde müziğe benzemeyen birileriyle de olamayacağımı bilerek yürüyorum bu tenhalıkta. Gözlerimden yaşlar akıyor, yüzümde bitimsiz bir gülümseme.

Genç kızlar geçiyor yanımdan. Artık yapmayacağım şeyleri yapmaya gidiyorlar hızlı ve birbirine dolaşan adımlarla. Biri burnunu yokluyor.

Restoranın kapısında sabırla bekliyorum. Lekesiz beyaz gömleğini daha da parlatan tebessümüyle bir beyefendi, masamı hazırlıyor. Midye ve deniz tarağı söylüyorum. Bir kadeh de beyaz şarap.

Yan masada bir büyükanne, anne ve genç kız. Kız su içiyor, anne ve büyükanne sangria. Ekranda maç var, takımlardan biri beş gol atmış bile. Kimsenin umurunda değil gibi. Böyleyken futbolu sevdiğimi fark ediyorum.

Bekledikçe sertleşen kızarmış tereyağlı ekmekten bir ısırık alıyorum, bir tabak midye ve bir tabak deniz tarağını yuvarladıktan sonra. Dişlerimin tadını çıkarıyorum. Belki bir gün olmayacaklar. Bir daha yengeç yemek istemiyorum. Tadı gerçekten anneme benziyor. Öyle pembe, tatlı ve candan. Yengece teşekkür ediyorum. Yemesem boşa cinayet işlenmiş olacak. Keşke yaşasaymış. Tabii kuzuların, danaların ve tavukların ne suçu var?

Jamie XX konserine gitmeye karar veriyorum. Araç çağırıyorum. Şoförün pagdisine fazla bakmamaya özen gösteriyorum ancak yakuta benzer bir taşla birleştirilmiş saten doku hoşuma gidiyor.

Çok dans ediyorum. Kimse böyle mutlu olabildiğime göre mutlaka sarhoş olduğumu falan zannetmiyor. Kimse bana dair yalanlar söylemiyor. Kimse bilmediği konularda konuşmuyor bana. Hiç korkmuyorum. Hiç.

Şehri Yaşıyorum

IMG_5998.jpg

Dördüncü sabah. Livraria Lello’ya bilet alıyorum. Neredeyse 120 yıldır hayatta olan bu enfes kitapçıda yine gözlerim doluyor. Çocuk kitaplarına vuruluyorum.

Çocuklara değer veren bir yerde olduğum için insanlığıma yaklaşıyorum.

Bu kitaplar arasında kitabım olsun mu istiyorum, yoksa bu kitaplar arasında olmak mı sadece? Yahut bir kitap olmak, kapağına bakınca almak isteyeceğiniz…

Karşıdaki çatıda zeytin ağaçları yükseliyor. Güneş gözlüğümü çıkarıyorum. Igreja de Carmo’nun çatısından süzülen suyu meydanın göbeğini eşsiz rengiyle çatlatan fontanın sularını haritanın sözünü dinlemiyorum, ara sokaklardan Duoro Nehri’nin kıyısına iniyorum. Göğe baktıran balkonlara, Pride bayraklarına, süslemelere ve fayans işlemelerine aşık oluyorum. Porto’ya aşık oluyorum. 1. Luis Köprüsü’nü yürüyerek geçiyorum.

IMG_6192.jpg

Bekarlığa veda eden gelin ve tayfası ikinci kere geçiyor yanımdan. Yelpazelerinde gelinin suratı var. “Porto’da da Behlül’e küfredemezsin” diyorum.

Evsizler ve bağımlılar da var şehirde. Onları da görüyorum müzeye yürürken. Kimseyi yargılamadığım bu halimi seviyorum. Ayaklarıma kara sular iniyor ve ben yine sana vurgunum dünya.

Zeytinlikleri ya inşaatçılara ya da madencilere peşkeş çekilmiş olan canım köyüm, Zeytinli'nin su arklarını Porto’da Contemporary Art Museum’un çiftliğine giden yolda buluyorum.

AfterlightImage 5.JPG

Ayaklarımı sokuyorum ben, görüp cezalandırır mı biri diye endişelenerek ancak eşzamanlı olarak da umursamadan.

Hayvanların sırtlarında kuşlar dolaşıyor. Kelebekler uçuyor. Anne Ernaux okuyorum, yazmak istediğim şeyi yazmış gibi bir hisle.

Gördüğüm heykeller haritada işaretliyor, Godard ile selamlaşıyor, müthiş ağaçlara sarılıyorum. Birkaçı şakalaşıyor benimle. Gülüşüyoruz.

Mutluluğu delilik yahut sarhoşlukla bir tutmayan, mutluluğu algılayan ve
rahat bırakan bir yerde olmak ne kadar güzeldi.

Son gecem.

Dışarıdan dökülse de iç zevkle ışıklandırılmış ve döşenmiş Box 208’de yumurtasız carbonara yiyorum. Hüzünlüyüm.

Bir tütün sarıyorum. Kırmızı gözlüğümü takıyorum.

Evlere giden balık kokusunu takip ediyorum. Bebeklerine balık yediren anneleri izliyorum heybetli martılarla.

Mutluluğu delilik yahut sarhoşlukla bir tutmayan, mutluluğu algılayan ve rahat bırakan bir yerde olmak ne kadar güzeldi.

Festival alanında karşılaştığım, bana isimle hitap ederek beni şaşırtan enfes gençlere sevgimle.

Lolamode_kalben_5_a418a3386a.webp
Kalben
Yazar
Müzisyen, yazar, kedi dostu, duyguların temsilcisi… Cosmo sayfalarında kalbini kelimelere emanet ediyor.
Haftalık