30. Yaşımı İbiza’da Kutladım!

O büyük 30’lu yaşlar geldi çattı. Ama ağlama değil, kutlama zamanı.
ibiza-gezi-rehberi.png
Zeynep Yeniçeri

Aylar süren araştırmalarımın eseri; farklı ülkelerden bir araya getirilen arkadaşlarımla İbiza’da kutladığım doğum günüm üzerinden İbiza ipuçlarım, yapılması ve (asla) yapılmaması gerekenler…

Beklenen gün, 30. yaş günüm, sinsi sinsi yaklaşıyordu. Tüm dünyanın, özellikle kadınların korkulu rüyası 30, bana göz kırpıyordu. Yeni onyılıma sayılı günler kala kendimi Rachel Greene gibi hissedeceğimi düşünürken yaklaşan yeni yaşın beni sandığım kadar etkilemediğini fark ediyorum. Ben Rachel’ın aksine bu yeni devrin hakkıyla kutlanması gerektiğini düşünüyorum. Yurt dışı seyahati ile kutlamak istediğim doğum günümün destinasyonuna karar verirken seçim yapmak çok da zor olmuyor. Benim gibi deniz, güneş ve müzik sever biri için en ideal yerlerden biri olan İbiza’ya gitmeye karar veriyorum.

Yaklaşan 30. yaş günümün, üzerine çokça uğraştığım kişisel gelişimimi kutlamak için bir bahane olmasına karar veriyorum. Bir noktanın yerini değiştirip “Zeynep’in 30. yaşı”nı “Zeynep 3.0”a dönüştürüyorum. Bu çok özel birkaç günü nasıl geçirmek istediğime karar verdikten sonra sıra gezilecek yerleri araştırmaya geliyor.

Seyahat Planlaması

Öncelikle İbiza’nın mayıs-ekim arası inanılmaz popüler bir ada olduğunu belirtmem gerekiyor. Bizim için Bodrum, Çeşme, Fethiye ne ise, birçok Avrupalı, hatta Amerikalı için de İbiza, o. Bu sebeple planlamaya olabildiğince erken başlamak gerekiyor. Büyük grup gidenler için tavsiyem ilk olarak villa seçeneklerine bakmaları olur. Adada hayli fazla villa bulunuyor ve eğer erkenden rezervasyon yaparsanız fiyatları kişi başı gayet makul oluyor. Böylelikle evde yemek hazırlayabilir, havuzda takılabilir veya dışarı çıkmadan önce predrink yapabilirsiniz. Bizim kaç kişi olacağımız belli olmadığı için ücretsiz iptal etme seçenekli birkaç otel odası tutmaya karar veriyorum. Uzun araştırmalarım sonucu uygun fiyatlı, gideceğimiz yerlere yakın ve temiz görünen PAIISE Hotel’de karar kılıyorum.

Otelinizi ayarladıysanız sıra restoranlar, plajlar ve akşam planlarını rezerve etmekte. İbiza’da sayısız restoran olsa dahi özellikle popüler olanlar aylar öncesinden doluyor. Bunlardan biri, İbiza’nın hiç kuşkusuz en gözde öğle yemeği mekanı Cala Jondal’ın içinde bulunan Casa Jondal. İçeri girer girmez modellere, DJ’lere ve influencerlara rastlayacağınızın garantisini verebilirim. Yemeklerinden servisine herkesin mutlaka gitmemi önerdiği Jondal’a tam bir buçuk ay önce ulaşmama rağmen bu denli büyük bir gruba rezervasyon yapmak için geç kaldığımı öğreniyorum. Eğer “o kadar rezervasyon ile uğraşamam” diyorsanız iyi bir haberimiz var. İbiza’da “concierge” sistemi devrede. Yani tercih ederseniz günlük ya da haftalık ücret karşılığında sizin yerinize tüm rezervasyonları yapan özel bir hizmet sunuluyor.

Akşam planları içinse çoğu gece kulübü bütün yaz boyunca aynı haftalık programı sunuyor. Eğer özellikle dinlemek istediğiniz bir DJ varsa hangi günler nerede çaldığına bakarak aylar öncesinden biletlerinizi alabilirsiniz.

Tüm planlarınız tamamlandığında ise sıra ulaşımı halletmekte. Büyük bir ada olmasından dolayı İbiza’da araba veya özel şoför servisi kiralamanız en rahat ve risksiz seçenek. Taksi veya Uber servisi mevcut olmasına rağmen yoğunluk sebebiyle arabaların gelmesi 15-20 dakikayı bulabiliyor. Biz hem özel şoför ile anlaşıyor, hem de araba kiralıyoruz.

İbiza Stili

Sıra, İbiza’ya uygun stilde bavul hazırlamakta. İbiza’nın bohem bir tarzı var ve adadaki yoğun İtalyan nüfusundan ilham alıyor. Gündüzleri plajda ve yemeklerde uçuş uçuş uzun elbiseler, kroşe takımlar, üst üste takılmış kolye ve yüzükler görülüyorken gece kulübüne giderken stil biraz daha rocker-chic’e kayıyor. Tişört ve şort ikilisi veya kısa elbiseler, postal bot veya son dönemlerin en trend stillerinden kovboy çizmeleri ile kombinleniyor. Gece kulüplerindeki ışıklardan gözlerinizi korumak için güneş gözlüğü de unutulmaması gereken detaylardan.

Yaptığım plana geçmeden önce mutlaka belirtmem gereken bir şey var: İbiza her ne kadar parti adası olarak bilinse de aslında çok büyük ve doğasıyla öne çıkan bir ada. Özellikle kuzey ve batı bölgelerinde manzaraya karşı tırmanış ve doğa yürüyüşü yapmak için harika yerler bulunuyor. Biz, sınırlı günümüz olduğu için birçok farklı aktiviteyi kısa süreye sıkıştırmak yerine plaj, restoranlar ve devam etmek isteyenler için partilerden oluşan bir program planlıyoruz.

Gün 1

Doğum günüm olmasının heyecanı ve evden çalışmanın verdiği yetkiyle planlanandan bir gün önce, yani perşembe sabahı uçmaya karar veriyorum. Neden güneşin altında, havuz başında çalışma imkanım varken bulutlu, karamsar Londra’da kalayım ki? Planım cazip gelmiş olmalı ki birkaç arkadaşım daha aynı güne bilet alıyor.

Uçaktan iner inmez havaalanına 10 dakika uzaklıktaki otele doğru yol alıyorum. Bir otelden çok büyük bir villaya benzeyen otelimiz PAIISE, içeri girdiğim andan itibaren beni evimde hissettiriyor. Bikinilerimi üzerime geçirip havuz başına koşup İbiza’nın kavurucu sıcağında serinleyerek o günkü işlerimi hallediyorum.

Akşam olup arkadaşlarım da gelince otelimize yine 10 dakika mesafede olan Akdeniz ve Ege esintili restoran Zitya’nın yoluna koyuluyoruz. Restorana vardığımızda saat akşam 9.30 olmasına rağmen tek masa biziz. Bu kadar çok önerilen ve rezervasyon yapması hayli zor olan bir restoranın bu kadar boş olması karşısında şaşkınlıkla birbirimize bakıyoruz. Bakışlarımızı gören çalışanlar saatin çok erken olduğunu, diğer masaların yakında dolacağını söyleyerek bizi masamıza yönlendiriyorlar.

Ve gerçekten de öyle oluyor. Sanki herkes bizim oturmamızı bekliyormuşçasına yavaş yavaş yerlerini almaya başlıyor. O an, İbiza’da gecenin bizim alıştığımız saatten biraz daha geç başladığını anlıyoruz.

Daha çok paylaşımlık meze tarzı seçenekler bulunan menüden ilk olarak ferahlatıcı bir karpuz feta salatasını seçiyoruz. Salata ferahlatıcı olsa dahi malzemelerin ve yapımının basitliğini göz önünde bulundurduğumuzda beklentilerimizi karşıladığını söyleyemem. Yemeklerin geri kalanı kesinlikle karpuz salatasını affettiriyor. Carabineiro balığının marine dilimleri Carabineiro carpaccio, kızarmış istiridye mantarı ve enginar masaya gelir gelmez silip süpürüyoruz.

Hafif ama lezzetli bir yemeğin ve birkaç kadeh içkinin ardından otelimize dönüp gece çıkmadan biraz dinlenmeye gidiyoruz. Otelin gideceğimiz çoğu yere yakın olması bu tatilin belki de en büyük şansı oldu diyebilirim. Kısa bir uyku arasının ardından arkadaşlarım derin uykularına devam ederken ben İbiza’da olmanın verdiği heyecanla gözlerimi açıyor ve adanın en havalı gece kulüplerinden biri olan DC-10’a doğru tek başıma yola koyuluyorum. Kombinimi kulübün stiline uygun olarak beyaz askılı bir bluz, siyah taşlı kot şort ve postal botlarla oluşturuyorum. Güneş gözlüğüm tabii ki yanımda.

DC-10, havalimanının hemen yakınlarındaki ve Pacha gibi gece kulüplerine kıyasla oldukça küçük bir mekan Farklı DJ’lerin çaldığı yan yana iki odası bulunuyor. DC-10’e pazartesileri adanın belki de en gözde partisi Circoloco, perşembe günleri de Solid Grooves isimli İngiliz parti yapılıyor. Kapıdan bilet alıyorum ve içeri giriyorum. Benden önce varmış olan bir grup arkadaşımı bulmak üzere kalabalıkta ilerlemeye çalışıyorum ama iğne atsan yere düşmeyecek bir kalabalık var. Dans etmeyi seven biri olarak, bu kalabalık tadımı kaçırıyor. Gecenin devamını müziği açık alanda dinleyerek ve dilediğimce dans ederek geçirmeye karar veriyorum. Kesinlikle doğru karar! Herkes kalabalıktan terlemiş bir halde dans etmeye çalışırken ben dışarda hem yeni arkadaşlar ediniyorum, hem de oradan oraya zıplayarak dans edebiliyorum. Sabah saat 6’ya doğru müzik duruyor ve gece benim için harika bir şekilde sonlanmış oluyor.

Gün 2

Öğlene doğru uyandığımda herkes otele varmış, bilgisayarlarının başında haftasonuna girmeden son işlerini hallediyor. Günün geri kalanını havuz başında hem muhabbet ederek hem de kutlamaları başlatan cavalarımızı içerek devam ediyoruz. Akşamüzeri yemeğe gitmeden önce, birçok kişiden "mutlaka gidilmeli" diye duyduğum Experimental Beach Club’a güneşi batırmaya gidiyoruz. Doğru yolda olduğumuza dair hiçbir işaret bulunmayan yolun sonunda, İbiza’da güneşin batışını izlemek için en güzel yer olduğu söylenen restorana geliyoruz ancak özel bir davet olduğu için kapalı olduğunu öğreniyoruz. Kapıda, restoranın her cuma ve cumartesi günü özel davetlere ayrıldığını, ama dilersek girip bakabileceğimizi söylüyorlar. Biz de şöyle bir göz atmak isterken kendimizi bir anda tanımadığımız birinin doğum günü davetinde buluyoruz. Herkes bizim kim olduğumuzu anlamaya çalışırken fotoğrafçılar fotoğraflarımızı çekmeye başlıyor ve biz de hiç bozuntuya vermiyoruz.

Can Bass.jpg

Sonrasında yolu, akşam yemeği rezervasyonu yaptığımız Can Bass’te alıyoruz. Can Bass, genellikle çok pahalı olan adadaki çoğu popüler restoranın aksine Google’da iyi yorumları bulunan uygun fiyatlı bir restoran. İçerisi Çeşme’deki bohem restoranları anımsatıyor. Yüksek sesle çalan bir müzik yok, kalabalığın sesi ise bizim masaya gelmiyor. Birkaç farklı başlangıç ve salata söylüyoruz. Ton balığı tartardan tatlı patates salatasına kadar her şeyin inanılmaz lezzetli olduğu restoranda, benim en çok beğendiğim tabak İspanyolların kızarmış patates üzeri yumurtası oluyor.

Onca yemekten sonra enerjisi kalan birkaç kişi geceye devam ediyoruz. Hem restorana hem de otelimize yakın Cova Santa isimli gece kulübüne, WooMooN partisine gitmek üzere yola koyuluyoruz. Cova Santa, akşamüzeri dışarıda başlayan, akşam 10 gibi kapalı alana alınan partilerin yapıldığı bir kulüp. Ama bu kulübün diğerlerinden farkı açık alanlarda takı ve hediyelik eşya satıcılarından tarot standına kadar vakit geçirecek birçok farklı seçenek sunan bir mekan olması. Tabii ki hepimiz teker teker tarot falı baktırıyoruz.

Gün 3

Cumartesi sabahı şehir merkezini turlamak ve lokal butiklere bakınmak için yola koyuluyoruz. Marina’nın çevresinde, Vara de Rey bölgesinde, yan yana bir sürü cafe ve butik dizilmiş. Burada bohem giysiler satan lokal butiklerin yanı sıra birçok bilindik markanın mağazası da bulunuyor.

Kavurucu sıcağın elverdiği kadar gezip öğle yemeği rezervasyonumuza yetişiyoruz. El Chiringuito, bizi bohem dekoruyla karşılıyor. Plajın hemen gerisinde bulunan restoran tam anlamıyla dolup taşıyor. Birkaç yerde gözüme takılan vantilatörler kesinlikle bunaltıcı sıcağı dağıtmaya yetmiyor. Biraz serinlemek için kokteyl söylüyoruz. Hem Cava Sangria hem de Passion Mezcalita favorilerimiz oluyor. Sıra yemeklere geldiğinde, El Chiringuito her gelen tabak ile kalbimizi ve midemizi fethediyor. Özellikle ıstakozlu salatası, şişte balık ve sotelenmiş yeşil sebzeler mutlaka söylenmesi gerekenlerden. Restoranın içinde ve kapısında bulunan mağazaya da uğramadan dönmemenizi tavsiye ederim.

Six Senses.JPG

Otele dönüp biraz dinlendikten ve hazırlandıktan sonra, akşam yemeği ve predrink için adanın diğer ucunda, en kuzeyinde bulunan Six Senses oteline yola koyuluyoruz. Otele tam 50 dakika süren yolculuktan sonra, gün batımı zamanında varıyoruz. Denize sıfır kocaman havuzunun ardından batan güneş, bize yolun yorgunluğunu unutturuyor. Bu romantik manzara, herkesin İbiza’yı neden bu kadar sevdiğini anlamam için yeterli oluyor. Ağır öğle yemeğinden sonra birkaç atıştırmalık ve salatalarla akşam yemeğini geçiştiriyoruz.

Sıra gece hayatına atılmakta. Adanın en eski gece kulüplerinden olan, 1980’lerde kurulmuş, Freddie Mercury’nin zamanındaki favori gece kulübü Pikes’a doğru yol alıyoruz. Pikes’ı farklılaştıran özelliklerinden biri aslında bir otel olması. Uzun sıranın ardından içeri girdiğinizde havuz başında oturanları, terastaki barda takılanları ve otelin içinde her biri farklı DJ’e ayrılmış farklı odaları görünce kendinizi bir gece kulübünde değil de sanki bir ev partisindeymiş gibi hissediyorsunuz. İçeri girer girmez bu gece kulübünün müdavimlerinin çoğunun İngiliz olduğu gözümüze çarpıyor. Londra’da yaşayan ben, kendimi şehirden hiç çıkmamış gibi hissediyorum. Küçük odalardan birine giriyoruz, klimanın karşısına geçiyoruz ve kendimizi müziğin akışına bırakıyoruz.

Müziğin kesilmesi ve ışıkların açılmasıyla eve yolculuğumuz başlıyor. İbiza’nın en güzel özelliklerinden biri, gece kulüplerinin önünde taksi bulunması. Bir taksiye atlıyor ve yarı uykuda yarı uyanık otelimize yola koyuluyoruz. Yoldayken bir mesaj geliyor, bir arkadaşımız bizi bir ev partisine çağırıyor. Bir çılgınlık yapıp geceye tekrar başlıyoruz. Kendimizi kocaman bir evde, bir doğum günü partisinde buluyoruz. Masanın üzerinde duran devasa bir pastanın yanından geçip, sabahın 5’inde fırından çıkan taze pizzaların ardından DJ’in bulunduğu odaya giriyoruz. Güneşin doğuşuna kadar dans ediyor, pilimiz bitince otelimize dönüyoruz.

Gün 4

Son gün, yani pazar gününü, doğum günümü asıl kutlayacağım gün olarak belirlemiştim. Bu sebeple en heyecanlı uyandığım gün bugün oluyor. Bir önceki gece geç yattığımız için öğlene doğru kalkıyor, hep beraber öğle yemeğine gideceğimiz restoranın önündeki plajdan denize girmek üzere yola çıkıyoruz. Kahverengi bikinimin üzerine uzun süredir giymek istediğim beyaz dantel uzun eteğimi geçiriyorum ve kahverengi bir kemerle bohem bir stil yaratıyorum.

Es Torrent.jpeg

Küçük bir koyda bulunan Es Torrent’in plajı, böylesi gözde bir restoranın önünde bulunmasına rağmen çok sakin. Çeşme’deki plajlarla karşılaştırdığımda burası çok mütevazı görünüyor. Şezlonglara oturmak için rezervasyon yapmadığımız için önündeki taşların üzerine havlumuzu atıyoruz. Önünde bir sürü teknenin bulunduğu plaj, denize yürüyerek girmek için çok taşlı. Bu sebeple gidecekseniz, bu sezonun trendlerinden jelly ayakkabıları bavulunuza atmanızı tavsiye ederim. Çeşme’ye kıyasla oldukça ılık olan denizde serinledikten sonra, bana en çok tavsiye edilen restoranlardan biri olan Es Torrent’e geçiş yapıyoruz.

Es torrent.jpg

Es Torrent sakin, müzik olmayan lokal bir restoran. En meşhur tabaklarından İspanyol paella’sını gitmeden bir gün önce kişi sayısına göre sipariş vermeniz gerekiyor. Biz de birkaç başlangıç söylemekle yetiniyor, ana yemeklere yer bırakıyoruz: Deniz mahsüllü paella ve kılıç balığı. İkisinin de tadı o kadar güzel ki herkes mutlaka kendine ikinci tabağı koyuyor.

Farklı arkadaş gruplarımı iyice kaynaştırmak için, arkadaşlıklarda ve ilişkilerde birbirini daha yakından tanımayı amaçlayan soru kartları içeren "We are not really strangers" oyununu oynuyoruz. Ortaya hem duygusal hem de hiç beklenmedik bir sürü şey çıkıyor.

Böylesine lezzetli ama ağır bir yemekten sonra akşam yemeğini es geçmeye ve doğrudan davetli olduğumuz ev partisine gitmeye karar veriyoruz. Partinin teması: bohem. Ben dantel transparan elbisemi kat kat zincir kolyelerle kombinliyorum, çoğu arkadaşım uzun ve desenli uçuş uçuş elbiseler tercih ediyor.

Partinin olduğu eve girdiğimizde bizi bir yanında kilimlerle donatılmış, temaya uygun bir oturma alanı ve diğer yanında ise bar ve dans alanı bulunan kocaman bir havuz karşılıyor. Çalınan şarkılar temaya uygun organic-house stilinde, bizi hemen içine çekiyor. Zaman zaman bize sunulan kanepelerden atıştırarak dans pistine yol alıyoruz ve doğum günümün son gecesini saatlerce dans ederek tamamlıyoruz.

Neler öğrendim?

Bu denli yoğun bir tatilin hem hazırlık aşamasında hem de tatil süresince öğrendiğim çok şey oldu. Öğrendim ki, en önemli konu nereye gideceğiniz, ne yiyeceğiniz veya ne giyeceğiniz değil yanınızdakilerin kim olduğu. Çoğu zaman hayatın koşuşturmasında bir sürü insanla karşılaşıyor ama bir o kadar da yalnızlaşıyoruz. Kendi yolculuğumuzda ilerledikçe bizden farklı yollara sapanlar, önümüzde olanlar veya arkada bıraktıklarımızla mesafemiz artıyor ve bu yolu artık yalnız yürüdüğümüzü fark ediyoruz. Böylesine önemli günlerde, varış noktamıza doğru koşmaya devam etmek yerine durmak ve sevdiklerimizle olmak, bize hayatın bir varış noktası değil, yolculuk olduğunu anımsatıyor.
 

zeynep-yeniceri.JPG
Zeynep Yeniçeri
Yazar
İzmir'de doğup büyüyen Zeynep Yeniçeri ünivesite eğitimi için Milano'ya taşındı. Bocconi Üniversite'sinde Uluslararası İşletme ve Ekonomi okuduktan sonra Domus Academy'de moda üzerine yoğunlaştığı Moda İşletmesi Master'ını tamamladı. Bir süre Milano'da çalıştıktan sonra Londra'ya taşındı ve tam 6 senedir burada moda markalarına pazarlama, sosyal medya, satış ve metin yazarlığı alanında danışmanlık veriyor. Pandemi sırasında moda sektörü hakkında konuşmaktan evdekileri yıldırdığı için blog yazılarına başladı ve zamanla bu tutkusu çeşitli dergilerde yazarlık serüveninin kapısını açtı. Dans ve düzenli egzersizle rahatlıyor, her yere "overdressed" gidiyor ve köpeği Kesto'yu Londra'ya kaçırma planları yapıyor.
Devamını okumak için tıklayın
Haftalık