Şehir Koşarken Ben Durmayı Seçtim

İstanbul’da yaşıyorum. Kalabalığı, gürültüyü, sabahın ilk saatlerinde başlayan aceleci ruh hâlini iyi bilirim. Otobüse, toplantıya, maile, yemeğe... Her şeye yetişmeye çalışan ama bir yandan da kendine de alan açan biriyim. Yoga eğitmeni olarak bu farkındalıkla yaşıyorum ama yine de büyük şehir temposu bazen insanı fark ettirmeden içine çekiyor. Koşarak yaşamanın normal sayıldığı bir şehirde yaşıyorsanız, yavaşlamak neredeyse suç gibi hissettirebiliyor.
New York’a tatil için gittiğimde, bu kez bambaşka bir şehirdeydim ama içimdeki koşma hâli değişmemişti. Tatil planı yaparken bile tempolu yaşamın izleri vardı: O müzeyi gez, bu sokakta poz ver, şu restorana mutlaka git… Gezi planımda bile "yetişmem gereken" bir şeyler vardı. Tatil modundaydım ama zihnim hâlâ liste tamamlamaya çalışıyordu.
Ve sonra bir gün Instagram’da gezinirken, Bryant Park’ta sabah yogası yapıldığını gördüm. Acilen kendime bir “seyahat matı” aldım (meğer ne kadar ihtiyacım varmış). Neyse ki günlük hayatta sık sık tayt giydiğim için yoga kıyafetlerim yanımdaydı. Ve bir salı sabahı kendimi parka attım.
Bir şehrin ortasında yoga yapmak ilk başta kulağa garip geliyor. Gürültü, kalabalık, hareket… Ama tam da o yüzden kıymetli. Çünkü aslında şehir hep aynı: Koşuyor. Değişen biziz. Yavaşlamayı seçtiğimiz an, şehirle olan ilişkimizi de değiştiriyoruz. Bryant Park’ta bunu yeniden hatırladım. Gökdelenlerin gölgesinde bir yoga pozu yaparken, kalabalığın arasında yalnız kalabilmek, sessizlikle yeniden tanışmak ne kadar değerli.
Ve bu deneyimimi sizle paylaşmak istedim çünkü herkesin tekrar tekrar hatırlaması gerek: Hayat hep bir yerlere çağırır. Ama bazen asıl ihtiyaç olan şey hiçbir yere gitmemektir. Sadece orada olmak. Kendinle, bedeninle, nefesinle. O sabah Bryant Park’ta şehir hızla devam ederken ben durmayı seçtim.