Hafıza Dolu: Bakmak ve Görmek

"Görmek sadece gözün işi değil; hafıza, gözlem ve farkındalık bir araya gelmeden hiçbir şey tam görülemiyor."
unnamed-4.jpg
Ramazan Bayrakoğlu - Portrait of Alexandra Maria Lara, 2008

Baktığınız şeyi neredeyse hiç görmediğinizi sonradan fark ettiğiniz oldu mu? Bana sık sık oluyor. Gözlerim açık ama zihnim başka bir yerde sanki. Metroda reklam panolarına bakarken mesela… Aynı ilanı kaçıncı kez gördüm bilmiyorum ama bir kez olsun gerçekten okudum mu? Sanmıyorum. Çünkü bakmak çaba gerektirmiyor olsa da görmek öyle değil.

Bu farkı bana yıllar önce atölye eğitmenim Ramazan Bayrakoğlu çok sağlam şekilde gösterdi. Güzel sanatlar fakültesi resim bölümü mezunu bir sanatçıyım. 2005–2009 yıllarındaki atölye hayatım boyunca her gün yoğun bir üretim pratiği içindeydim. Sadece çizim ve resim yapmakla kalmadım, düşünsel bir süreçle her şeyi sorguladım. Bu süreç, yalnızca sanat üretimiyle değil, görmeyi öğrenmek ve sanat zekâsının nasıl işlediğini anlamakla da ilgiliydi.

Atölye dersimizin olduğu bir gün, Ramazan Hocamız geldi. Kendisi benim sadece profesyonel hayatıma değil, tüm yaşantıma yön veren nadir insanlardandır. “Hızlıca bir kütüphane düzenleyin, elinizde ne tür objeler varsa içine yerleştirin. Herkes yerini alsın. Ama duralitlerinizi bırakın.” dedi.

Asi bir genç olarak tabii ki yalnız değildim. Alanımız güzel sanatlar ve Türkiye'nin en iyi resim bölümlerinden birindeyiz, elbette hepimiz biraz asiyiz. Klasik: “Hocam, ne diyorsunuz?” tepkileri… “Bugün resim yapmanızı değil, gördüğünüz şeyi yazmanızı istiyorum.” diye ekledi. Sakinleşmemiz ve projeye odaklanmamız için biraz zaman tanıktan sonra ise şöyle dedi: “Yazdıklarınızı aranızda değiştireceksiniz. Herkes arkadaşının yazdığını resmedecek.”

unnamed.jpg
Faye Wong, Chungking Express (1994), Wong Kar-wai

Muhtemelen fakülte hayatımın en sinirli anıydı, hâlâ çok net hatırlıyorum. Ortaya çıkan işler elbette en iyi işlerimiz değildi. Şokta olan zihinlerin, anladıkları ilk şeyi panikle kağıda aktarma çabasıydı. Çünkü tarifler iyi bile olsa zihnimizde canlanan imgeler tamamen kişiseldi. “Uzun silindir” dediyse bu termos mu, mum mu? Bu objeyi hangi açıdan görüyoruz? Kulpu sağda mıydı solda mı? Kendi çizimimle orijinali kıyasladığımda resmen başka evrenlerde yaşadığımızı gördüm. Mesele tam da buydu zaten: İnsan sadece kelimelere değil, bakarken yaptığı çıkarımlara da güveniyor ve çoğu zaman yanılıyor.

Yine aynı objelerle çalışacağımız bir başka gün Ramazan Hoca “Bugün çizeceksiniz ama oturduğunuz yerden değil. Tam karşı açıdan.” dedi. Başlamadan önce atölyede gezip diğer açıdan bakmamıza izin verdi. “Ne kadar isterseniz gezin. Ama sonra yerinize dönün ve hafızanızdan çizin.”
Bu kez mesele başkaydı: Hatırlayabiliyor muyum? Görsel belleğim nereye kadar dayanıyor? Oturduğum yerden, karşımda duran objelerin sırtlarını ve onlara düşen ışığı hatırlamam gerekiyordu. Atölyede sürekli bir koşturmaca, herkesin gördüğü şeyi unutmadan aktarmaya çalıştığı bir hız telaşı... Keşke hâlâ böylesi bir hocayla böylesi bir atölye hayatım olsa. Sınırlarımı akıllıca zorlayan ve sonucunda bana tarifsiz değerler katan biriyle…

Evet, yine hiçbirimizin en iyi işleri çıkmadı. Çoğu yarım, çokça sezgisel... Ellerimizin dili değişmiş gibiydi. Bu sefer farkındaydım: Eksik olan şey teknik değil! Gözümle bakmış, görmüş olsam da, zihnimle kaydetmemişim.

Bu iki proje bana sanatla ilgili bir şey öğretmekle kalmadı, hayata bakış açımı şekillendirdi. Çünkü görmek sadece gözün işi değil. Hafıza, gözlem, farkındalık… Bu üçü bir araya gelmeden hiçbir şey tam görülemiyor. Hani “Hiçbir şey göründüğü gibi değildir.” derler ya, kulağa klişe geliyor ama bu sözün doğrudan anlatımı bu.

Sergi gezerken işlere bakmaktan ziyade izlemeyi tercih ediyorum ve bundan çok keyif alıyorum. Sanki sanatçının anlatmaya çalıştığı şeye izin veriyormuşum gibi... Gözümle fırça tuşelerini takip ederken sesini ve hikâyesini duyar gibi oluyorum. Her ne kadar benimle sergi gezen bazı dostlar bundan çok hoşlanmasa da sanat izlemek aceleye gelmez. Hele anlamak? Namümkün.

unnamed-2.jpg
Berkay Tuncay - Untitled (Life Is What Happens To You While You Are Busy Watching Cute Cat Videos)

Türk çağdaş sanatçılardan, hem sanat zekasını hem de işlerini sevdiğim bir arkadaşımın işiyle burayı taçlandırmak isterim:
 

Berkay’ın tüm işlerine bakarsanız sıradanlığın içindeki olağanüstü durumu yakalamaya çalıştığını görürsünüz. Aşırı hassas gözlem yeteneği ve detaylara olan ilgisi, işlerinin en güçlü tarafı bence. Sıradan olaylarda anlam araması; tanımsız, rastgele deneyimleri farklı şekilde ele alması ve kurgulayıp izleyiciye sunması... Bu işindeki aşırı basit ama derin anlam, anlatmaya çalıştığım şeyin bir yansıması niteliğinde. Sanatını anlamak için sanatçının hayatını da anlamak, hakkında en azından biraz bilgi sahibi olmak gerektiğine inanırım. Tam da bu iş için Berkay’ın diğer üretimlerini de bilmeniz işin altını daha da dolduracaktır. 

Whitney Museum’daki Christine Sun Kim: All Day All Night sergisinde de benzer bir his yaşadım bu ay. Çizimler ilk bakışta çok basit. Koskoca Whitney Müzesi kötü iş koyar mı demeyin, olabiliyor. Sonra bir cümleye takıldım. Bir başka işteki cümleye baktım. Sanatçının bir şey anlatma çabası işlerde devam ediyor ama bazı cümleler de tam oturmuyor, aşina olmadığım için muhtemelen. Duvarlardaki işlerde betimlemeler artarken bir yazı gördüm ve durdum.

unnamed.png
Christine Sun Kim: All Day All Night - Whitney Museum

 

unnamed-3.jpg
Christine Sun Kim: All Day All Night - Whitney Museum

Şöyle yazıyordu: "Evet, seks güzel ama hiç Pekin'de bir restoranda, camın ardından, kucağında uyuyan bebeğinin başında çay dengeleyen biriyle işaret diliyle konuştuğun oldu mu?" Tokatı yediğim gibi biyografiye koştum: Christine Sun Kim doğuştan sağır. Ve birden her şey değişti. Meğer o basit görünen işler, duymadan sesle ilişki kuran birinin algıyla kurduğu bambaşka bir dünyaymış. Mekânın, işaretin, sessizliğin dili bedenin diliyle birleşiyor. Kendi sesi olmayan biri, bize sesin başka türlü nasıl hissedilebileceğini anlatıyor. Sergi sonrası aklımda olan tek şey bu sanatçı hakkında daha çok öğrenme isteğiydi, belki bir gün işlerini daha detaylı yazma fırsatım olur.

Önceki yazımda bahsettiğim Félix González-Torres’in; AIDS’ten vefat eden sevgilisine adadığı, müzenin köşesine yığılmış şekerlerden oluşan işi de buna örnek. Normalde bir şeker yığını görseniz onun sanat olarak tanımlanamayacağını düşünebilirsiniz. Ya da bu iş müzede bile olsa, onu yerden alıp yiyerek eserin bir parçası hâline geleceğinizi tahmin etmeyebilirsiniz ama sanatçının hayatına dair ufak bir bilgi bir anda işi çok farklı bir şekilde yorumlamanızı sağlayabilir.

Fakültede aldığım bu dersler sadece atölyede kalmadı, hayatımın birçok alanına nüfuz etti. O zamanlar söylediklerinin sadece sanatla ilgili olduğunu sanıyordum ama sonra gündelik alışkanlıklarımda da anlatılanları fark etmeye başladım.

Hayat gerçekten olumlu–olumsuz, görmek–bakmak dengesinde işliyor. İkisi her ne kadar yakın anlamlar taşısa da aslında çok farklı. Gün içinde binlerce şeye bakıyoruz, temas ediyoruz ama bunların ne kadarını gerçekten görüyoruz? Ya da görmeyi tercih ediyoruz? Gördüklerimizi ne kadar anlayabiliyoruz? Görmek istediğimiz şeyler tam olarak ne ve bu ne kadar bizim kontrolümüzde? Bu hızlı akışta, hayatımıza sürekli yeni veriler girerken kaybettiğimiz zaman için elimizde ya da zihnimizde ne kalıyor?

Eskiden herkesin bu detayları gördüğünü sanırdım. Ama zamanla fark ettim ki çoğu insan ya çok meşgul, ya da hiç umursamıyor. Veya görmeyi hiç öğrenmemiş.

Görmek artık sadece bir eylem değil benim için; bir varoluş biçimi, bir direnme şekli, bir düşünme yöntemi. Gözden kaçanla ilgilenmek ve detayda saklı olanı fark etmek, sadece sanatta değil hayatta da rehberim oldu. Yaşam biçimim hâline geldi. Bu yüzden “bakmak” ve “görmek” arasındaki farkı sezmek benim kişisel duruşumun, hayatımın ve işimin özü.

Bu bakış açısı bana ne kazandırdı? 
İnsanları daha iyi anlamayı. Daha doğru sorular sormayı. Derinleşebilmeyi.  İlişkilerde, arkadaşlıklarda, işte, tasarımda… Her yerde. Özellikle de 10AM’de. Bunu bir süper güç gibi anlatmıyorum. Bu bir tercih. Bir yol.
Belki bu yazı size de o farkı düşündürür. Belki siz de, ilk bakışta önemsiz gibi görünen bir detaya biraz daha uzun süre bakarsınız. Belki görmeye başlarsınız. (Bu bir Şirinler şakası değildir.)

Christine sun Kim_Degrees of My Deaf Rage in Art World,2018.jpg
Christine Sun Kim - Degrees of My Deaf Rage in Art World, 2018

Bu yazıyı hâlâ bireysel düşüncelerimi işime aktarmakta bu kadar zorlandığım bir dönemde, işime yarayacak tüm araçları (tam 20 yıl önce) bana öğreten Ramazan Bayrakoğlu’na ithaf ediyorum. İyi ki varsınız hocam.

Memory Is Full — detayların hikâye olduğu yer. Hoş geldiniz.

secil-alkis.jpg
Seçil Alkış
Yazar
Seçil; kreatif beyinleri bir araya getirme ve birlikte anlamlı ürün ve proje üretme konusunda bir topluluk duygusu geliştirme vizyonuna sahip bir sanatçı/tasarımcıdır. Sanat kariyerine 2007 yılında, Akbank tarafından yılın genç sanatçısı seçilerek başlayan sanatçı/tasarımcının eserleri ile birçok sergiye katılmış, sanat koleksiyonuna girmiş ve ödüller almıştır. Sanat hayatına, New York ve İstanbul'da sanat profesyoneli olarak devam etmiştir. 10 yılı aşkın sürede birçok global sanatçı ile dünyanın dört bir yanında sergi açmış, fuarlara katılmış ve küratörlük yapmıştır. 2020 yılında deneyimlerini ve vizyonunu aktarmak ve farklı sanatçılarla bir araya gelmek istediği 10:AM adında bir tasarım markası kurmuştur. 10:AM, günümüz hikayelerini anlatmak için multidisipliner sanatçılarla iş birliği yapmayı arzuladığı son projesidir. Seçil, New York’da yaşamına ve çalışmalarına devam ederken, tekstil tasarımları yapmaya ve global markalarla farklı alanlarda işbirlikleri gerçekleştirmeye devam etmektedir.
Devamını okumak için tıklayın
Haftalık