CosmoArt Talks: Selcan Atılgan

Almine Rech’in Türkiye’deki ilk projesi olan I Was Here, ARTSA Consultancy iş birliğiyle hayata geçirildi. Doğal taş dokularla örülü açık hava mimarisi içinde yer alan heykeller, çevreye hükmetmeden, onunla uyum içinde sessiz bir varoluş sergiliyor. Serginin kürasyonunu üstlenen ARTSA Consultancy kurucusu Selcan Atılgan’la, görünmez izler ve hatırlanmanın anlamı üzerine konuştuk.
Sanatla kurduğun ilk derin bağ ne zamana dayanıyor? O ana dair hangi duygu, bugün hâlâ ilk günkü gibi taze duruyor?
Sanatla ilk derin bağımı, çocukluğumda ailemin beni götürdüğü bir müze gezisinde kurdum. O gün, sessizce duran eserlerin bile nasıl güçlü bir hikaye anlatabildiğini fark ettim. Bir tablonun önünde durup uzun süre bakarken, zamanın durduğunu hissettim. İçimde, tanımlayamadığım bir merak ve hayranlık filizlendi. O his, yıllar geçse de hiç eksilmedi; hâlâ her yeni eserle karşılaştığımda aynı tazelikte karşıma çıkıyor.

ARTSA’yı kurarken seni “kendi alanımı yaratmalıyım” noktasına getiren içsel kıvılcım neydi?
Uzun yıllar farklı kurumlarla çalışırken öğrendiklerim çok değerliydi ama hep içimde, kendi vizyonumu özgürce hayata geçirme arzusu vardı. Sanatta bağımsız karar alabilmek, kendi seçkilerimle bir hikaye kurabilmek istedim. ARTSA, bu özgürlük ihtiyacımın somutlaşmış hali. Bir anlamda kendi imzamı atabileceğim, hayalini kurduğum projelere hayat verebileceğim alanı kendim açtım.
İstanbul, Paris, Dubai… Üç şehir, üç tempo, üç ruh. Bu şehirlerde yürüttüğün projeler sende nasıl izler bıraktı? Bu izler I Was Here’in kürasyonuna nasıl yansıdı?
İstanbul bana köklerimi, geçmişin derinliğini ve kültürel hafızanın gücünü hatırlattı. Paris, estetiğin inceliklerini, entelektüel cesareti ve sanatta zarafetin önemini öğretti. Dubai ise vizyoner düşünmenin, hızın ve yenilikçi yaklaşımın gerekliliğini gösterdi. I Was Here’de bu üç şehir bir araya geldi: İstanbul’un köklü dokusu, Paris’in sofistike inceliği ve Dubai’nin ufku genişleten enerjisi… Serginin sessiz ama güçlü varoluşu biraz da bu harmanın ürünü.

I Was Here yalnızca bir varoluş anını değil; ardında bıraktığı sessiz yankıyı, görünmez izi, hatırlanma ihtimalini araştırıyor. Senin için “iz” kavramı ne ifade ediyor?
İz, benim için bir varoluşun sessiz tanığıdır. Görünmeyebilir, elle tutulmaz olabilir; ama hissedilir. Bir adım sesi, bir taşın yüzeyinde kalan dokunuş, bir bakışın bellekte bıraktığı iz… Hepsi kalır, hepsi hafızaya işler. I Was Here de tam olarak bunu anlatıyor: Hayatın içinde sessizce var olmanın ve buna rağmen derin izler bırakmanın mümkün olduğunu.
César, Ryan Schneider, Agustín Cárdenas, Alejandro Cardenas, Tia-Thuy Nguyen… Farklı teknikler, kültürler ve heykel dillerinden gelen bu isimleri buluştururken seni en çok etkileyen ortak hissiyat ne oldu?
Her biri, biçim ve teknik farklılıklarına rağmen, yalın ama güçlü bir varoluşun peşinde. Gösterişli olmadan derinlik yaratabilmek, sessizlik içinde bile güçlü durabilmek… İşte bu ortak duygu, onları aynı mekânda bir araya getirdiğinde doğal bir uyum yarattı. Her eser, kendi dilini konuşuyor ama aynı yankıyı taşıyor.

Sanat aracılığıyla bir kadın figürü tasvir etsen… Bu nasıl bir kadın olurdu?
Köklerinden beslenen ama ufku sınırsız bir kadın… Zamansız, cesur ve kendi sesini yaratabilen. Kırılganlığıyla güçlülüğü aynı bedende taşıyabilen, hem geçmişten ilham alan hem de geleceğe iz bırakabilen… Tıpkı iyi bir sanat eseri gibi; sessiz ama unutulmaz.