Confessay: Duvardan Duvara

İnsanın kendi evi gibisi yok. Yıllarca kirada yaşadıktan sonra nihayet kendi evimdeyim. Bütün tazminatımı verip üstüne bir de kredi çekerek aldığım evim. Eski, küçük, mütevazı ve biraz da sapa. Navigasyonla bile zor bulunuyor. Hatta kullanıcılar yorum yapsa anca 2.5 yıldız falan alırdı herhalde. “Beklentiyi karşılamadı” yazarlardı. Ya da “2 yıldızı çatı üstümüze düşmediği için veriyorum” diyebilirlerdi. İyi tarafından bakarsam artık kira vermek zorunda değilim, denizi olan bir şehirdeyim. Bahçem de var, yaz akşamları iki sandalye atıp kitap okurken uyuyakalmak için harika.
Hayallere dalmışken zil çaldı.
+ Hoş geldiniz, Zafer Bey değil mi?
- Evet, merhaba.
+ Kolay buldunuz mu evi?
- Ben buldum da esas siz çok aradınız mı burayı?
+ Nasıl?
- Yani zamanında kurtlar inerdi buraya…
+ Kurtlar mı?
- Şu aşağıdaki okulda okudum ben. Burası bomboştu o zamanlar.
Biraz ukala olmasa hoş bir adam olduğunu düşünebilirdim aslında. Erkeksi, köşeli yüz hatları vardı; esmer, kirli sakallı, biraz eski usul, kısa saçlıydı. Uzun boyluydu, soluk yeşil tişörtünün kolları tam da pazularını açıkta bırakıyordu. Acaba cazibesinin farkında olmadan, öylesine bir şeyler giyip çıkan umursamaz bir tip miydi? Sanmam. Bence daha çok kaslarını sergilemek isteyen, yere bakan yürek yakan biriydi. Peki ben bunu öğrenmek istiyor muydum? Bilmiyorum.
Ağır adımlarla evi dolaşıyor, inceliyor, elindeki deftere not alıyordu. Kararını vermiş gibi aniden durduğunda bakışlarım da heybetli omuzlarından mutfak dolaplarına doğru kusursuz bir geçiş yaptı. Hımm burası bayağı nem almış, kapıların ve pencerelerin yenilenmesi gerekiyor, banyo da çok kötü durumda, yeni duşakabin gerekiyor. Sizin yapılmasını istediğiniz başka bir şey var mı?
“Duvardan duvara…” dedim, daha doğrusu bu sözler dudaklarımdan bir anda döküldü. Bana dönüp şaşkınlıkla “Efendim?” dedi. Elindeki kalemin ucuyla defterine vurarak “Duvardan duvara?” diye sordu. Harika bir lapsus oldu: “Yani bu bahçe kapısını şu küçük pencereyle birleştirip böyle duvardan duvara aydınlık, ferah bir pencere mi yapsak?” diyerek toparlamaya çalıştım. Ama “duvardan duvara” deyince kimsenin de aklına pencere, halı falan gelmiyordu.
Dedik ki: “Siz az eşyalı, ferah, minimalist bir şey mi istiyorsunuz, İskandinav tarzı?” Konuşma uzadıkça sıradan bir usta olmadığını anladım. Mimari okumuş, hızlı yaşamış, bıçkın bir kasaba çocuğuydu. Tıpkı benim gibi büyük şehirde sabrı kalmayınca soluğu burada almıştı. Sohbet ederken ortak noktalarımızı hızlıca keşfettik. Tamam hayatımın “küçük ve huzurlu sahil kasabasında yeni bir başlangıç” döneminde olabilirim ama flört fırsatlarını kaçıracak kadar saf da değilim.
Haftaya başlaması için anlaştık. Pazartesi gününü iple çektim, elbette banyo kapısının olması gereken yerde koca bir boşluk olmasının bunda payı vardı ama o alaycı gülüşünün, güçlü ve seksi kollarının da etkisi yok değildi.
Kendimi buradan kurtarmam, kaçmam gerekiyordu. Gerekiyor muydu?
Önce tüm kapıların sökülmesi gerektiğini söyledi. Bir elinde az önce ikram ettiğim çay bardağıyla salonun kapısında duruyordu, sağ kolunu kaldırdı, kapının üst tarafının boyasını kazıyarak “Görüyor musunuz?” dedi. Göremiyordum çünkü kolunu kaldırdığında açılan tişörtünden görünen kol kasları, bileğinin hareketiyle sıkılaştı. O kısa an içinde neler düşünmedim ki, bu adamla dolu düzgün gidilirdi; o kolların beni kavrayacağını hayal etmeye başladım, bir yandan da belli olmasın diye başka taraflara bakmaya çalışıyordum, ne mümkün… Kapının arasına sıkışmış yukarı doğru bakıyorduk, bedeni bedenime öyle yakındı ki, neredeyse dokunacaktık, kokusu aklımı bambaşka yerlere götürüyordu. Kapının çürümüş kısmına elini koydu, “Dokununca daha iyi hissedersiniz” dedi. Artık kapıdan bahsetmiyorduk bence.
İçimde bir heyecan dalgası kımıldandı. Bedenim harekete geçti, karnımda, kasıklarımda minik kelebekler kıpırdanıyordu. Yukarı uzanayım derken yanlışlıkla kapıya yasladığı eline dokundum, sonra da telaşla çektim elimi, zaptetmeye çalıştığım soluğum bir anda belli belirsiz bir iniltiye dönüştü. Dönüp yüzüne yaklaştım, sadece dudaklarına odaklanmıştım, bıyıkları ince üst dudağına sarkıyordu, ama ne seksi bir duruş… Kendimi buradan kurtarmam, kaçmam gerekiyordu. Gerekiyor muydu? Nefes almaya fırsat bulamadan dudaklarına yapıştım. Aynı coşkuyla karşılık verdi, parmaklarıyla yüzüme düşen bir tutam saçı alıp geriye doğru itti, yaklaştı, vücudunu vücuduma yasladı.
Belimden kavrayıp kucakladı. İşte ayakların yerden kesilmesinin en güzel hali.
Saçlarımda dolaşan elini boynuma indirdi, dudakları parmaklarını takip etti, küçük ıslak öpücükler konduruyordu boynuma, köprücük kemiğime… Ellerini bir kuş tüyü gibi narince tişörtümün altında gezdiriyordu, memelerime dokundu, uçlarında gezdirdi parmaklarını, sonra hafifçe sıkıştırıp çevirdi, aldığım zevke hafif bir acı eşlik ediyordu, ne yaptığını gayet iyi biliyordu.
Kapıya doğru iyice yasladı beni, dili ve dudakları boynumda savruluyordu. Diziyle bacaklarımı araladı, pantolonumun üstünden hatlarımı okşamaya başladı. Tişörtümü sıyırıp başını göğsüme gömdü, dizi bacaklarımın arasında sürtünüyordu, nefes nefese kaldım.
Elimi pantolonuna attım, dokunmak için sabırsızlanıyordum, muhteşem bir kabartısı vardı, daha yakından dokunmak için kemerini açtım, hafif bol duran pantolonu kolayca aşağı kaydı, giderek daha görkemli görünüyordu. Sıcaklığı adeta bulaşıcıydı, kasıklarım alev aldı, bedenim istemsizce bir yılan gibi kıvranıyordu. Kıyafetler fazla geliyordu, sabırsızca kurtulduk üstümdekilerden. Parmakları çamaşırımın içinde yol alıyordu, dokunuşlarıyla kendimden geçiyordum, aldığım hazzı sürekli artırıyordu. Yaklaştı, “Demek duvardan duvara istiyorsun…” dedi. Belimden kavrayıp kucakladı, işte ayakların yerden kesilmesinin en güzel hali. Bu güçlü, becerikli ve ne istediğini bilen adam havaları hoşuma gitti, çatışmak yerine teslim oldum. İçime girdiğinde giderek daha sertleşti, vahşi bir hayvan gibi atılıyor, dişlerinin arasından konuşuyordu. Tek yaptığım içimde azgınlaşan bu adamın tadını çıkarmak oldu.
O an, sahil kasabasında yeni bir hayata adım atmakla ne kadar doğru bir karar verdiğimi daha iyi anladım. Daha yıkılacak çok duvar vardı…