Aslıhan Örün'le Anlamlı Yaratıcılık Peşinde

Prodüksiyondan reklama, sosyal medyadan yapım şirketlerine binlerce ajans var. Hepsi de birbirinden farklı çalışmalarla kendi alanlarında en iyi olma çabası içinde. Ama bütün bunlar gerçekten ne kadar anlamlı?
YAZAR:
Fotoğraf: Aslıhan Örün
Fotoğraf: Aslıhan Örün

Kaltfilm’in kurucularından Aslıhan Örün, şirketinin kuruluşunu anlatırken bu soruyla başlıyor hikayesini anlatmaya. Aslıhan, 92’li ve gazetecilik mezunu. Çeşitli medya kurumlarında çalışmasının ardından ortağı Okan Erünsal ile 2019 yılında Kaltfilm’i kurmuşlar.

“Anlamlı yaratıcılık” düsturu ile üretim yolculuğuna devam eden Kaltfilm’in çalıştığı kurumlar ağırlıklı olarak kültür sanat, demokrasi ve haklar alanında söz üreten yerler. Aslıhan hem Kaltfilm’in hem kendisi yolculuğunun hikayesini anlattı.

Kaltfilm’in hikayesini bizimle paylaşır mısın? Seni bu yola çıkmaya iten neydi?

Bir girişimin hikayesi o girişimin ortaya çıkmasına vesile olan sorunlardan ve o soranları sorun eden kişinin hikayesinde farklı şeyler değil. 2018 yılının sonunda KOSGEB desteği alarak genç girişimcilik maceram başladı. Çalıştığımız prodüksiyon ajansından ayrıldığımızda sevgili ortağım ile birlikte Kaltfilm’i kurduk.

26 yaşındaydım ve hayattaki ilgi alanlarımla ürettiğim işler çoktan iç içe geçmeye başlamıştı. İlgi alanı deyince kulağa biraz hobi gibi geliyor sanırım ama aslında baya gün içinde merakımızı yükselten tüm şeyleri kast ediyorum. Henüz çalıştığımız ajansla yollarımız ayrılmamışken medya üretimini üstlendiğimiz pek çok markanın arasından sivil toplum kurumları ve sosyal girişimlere odaklanıp o hikayelere dalmamız boşuna değilmiş. Beni en çok besleyen kurumlar hep sivil alan ve sosyal fayda amacı taşıyan markalar oldu.

Kaltfilm’i diğer yapım şirketlerinden ayıran en büyük fark ne sence? Yaratıcı vizyonunuzun temelini ne oluşturuyor? 

Prodüksiyon ajansı, reklam ajansı, yapım şirketi, sosyal medya ajansı… binlerce ajans var. Pek çoğu “hızlı”, “yaratıcı”, “çok ödüllü” “uygun fiyatlı” “ilk” olmak peşinde. Ama bunlar gerçekten ne kadar anlamlı? Yani bu sıfatları kullanan pek çok ajans varken, biz nasıl bir fark yaratabiliriz? Hangi unvan bizi tanımlar?

Mesela gazete sloganlarını düşünelim “güvenilir” “doğrunun peşinde” “sadece gerçekler” gibi daha niteliğe dair. Bu sloganların gerçek ile aralarında çok mesafe olsa da burada temel bir bakış açısı farkı olduğunu görüyoruz. Birisi niceliğin vurgusundayken diğeri daha nitel olana, kendi topluluğuna sesleniyor. O halde binlerce ajans varken bizim yeni bir ajans kurmamızın kerametinin olması gerekiyor. Benim lisansım gazetecilik, ana akım ve alternatif pek çok basın kuruluşunda staj yaptım, çalıştım. Öğrencilik yıllarımdan bugüne pek çok farklı kurumda örgütlü ya da gönüllü çalışmalarda yer aldım. Ortağım Okan ise sinema mezunu, filmci. Film ve sinema ile hemhal birisi. Bu birliktelik estetik ve sanatsal gözümüzle birlikte ve o projeye doğru 5N1K’yı sorma potansiyelimizi doğurdu. Derdi dert edinen kurumlarla bizi birleştiren şey ve bu birlikteliği artık süreğen hale getiren şeyin bu olduğuna inanıyorum. Ajans olarak marka havuzumuzun çok büyük payında hak odaklı, demokratik kurumlar var. Ulusal ve uluslararası kültür sanat kurumları, dernekler, vakıflar, enstitüler vb. Bu kurumların aynı ajansta yan yana gelişi rastlantısal değil. Bir niyet ve bir inşaa. İş modelini kopyalayabilir bir şeydir fakat o işi yapma biçimi biriciktir, kopyalanamaz. Yaratıcı vizyonda tam da bu kopyalanamaz olan özgünlükte yatıyor.

Yaratıcılık estetik ve sanatsal olduğu kadar toplumsal da bir mesele.

Yaratıcı kurum kültürünü yaratmak kadar o kültürü aktarmak da üzerine en çok düşündüğümüz alanlar. Bu yüzden Giveback’e (geri verme) çok önem veriyoruz. Çeşitli sivil toplum ya da medya kuruluşları ile işbirliği halindeyiz. Girişimcilik ve medya alanlarında mentorluk ve eğitmenlik yapıyorum. Kaltfilm’de tasarladığımız bir staj programımız var. Gelen öğrencilere; öğrenmeyi öğrenmek, yaratıcı problem çözme ve eleştirel düşünme alanlarında bir program sunuyoruz.

Yaratıcılığın senin için anlamı ne? Sence “anlamlı yaratıcılık” ne demek? 

Yaratıcılık benim için uçarı kaçarı bir şeyden ziyade bizzat rutinlere ve ilkelere ihtiyaç duyan bir şey. Gündelik hayatta yaratıcılığı bir kimlik gibi kullanıyoruz. “Falanca kişi çok yaratıcı biri. Şu proje ne kadar da yaratıcı” gibi. Bir projede yaratıcı bir fikir geliştirdiğimizde o fikrin anlamlı olup olmadığını sorgulamak en önemli şeylerin başında geliyor. Fark yarattığın şey ne, ürettiğin değer ne, etkin ne, hedef kitlene seslenirken dışarda bıraktıkların kimler... bu soruları artırmak mümkün. Günümüzde yaratıcılık “coolluk” ile özleştirilen bir halde. Bunu anlamakla birlikte medya üretimde ne facialara ulaştığının çok örneği var önümüzde. Hem de ne bütçelerle yapılan fütursuz anlatılar. Yaratıcılık estetik ve sanatsal olduğu kadar toplumsal da bir mesele. Anneler gününde yapılan “yaratıcı” reklam kampanyalarından tutun da koca koca markaların büyük ajanslarının kelime oyunları ile ırkçılıktan cinsiyetçiliğe pek çok alana göz kırptığı işler izliyoruz ekranlarda ve inanın bazıları çok yaratıcı! Bir şeyi tanımlarken onun ne olduğu kadar ne olmadığını idrak etmek de çok önemli oluyor.

Yapımcılığını ve kreatif tarafını üstlendiğim projelerde çok rastlıyorum buna, bir sektör profesyonelinin sırtını yeni nesil teknolojik araç gereçlere, trendlere yaslayarak “bakın ne şahane bir iş çıkardık” dediği işlere hayretle bakıyorum. Yaratıcılık meselesinde, kimsenin aklına gelmeyen şeyi bulma yanılgısı hakim. Evet bi yerde doğru ama sadece bir yerde. Sağımız solumuz önümüz arkamız içerik dolu. Dünyanın anlamsız tek bir içeriğe daha ihtiyacı yok. İhtiyacımızın sahici idraklar olduğunu düşünüyorum. Hepimiz çok doyduk.

İlham aslında bir sonuç.

Anlamlı Yaratıcılığa ulaşmak için bazı sorularımız var: Yaratıcılık sesine ses verdiğin marka için anlamlı mı? O yaratıcılık seslendiğin kitle için dezavantaj yaratacak bir konum yaratıyor mu? Yapılan iş ajans olarak hizmet verdiğin marka için avantaj yaratıyorken aynı şey hedef kitle için de geçerli mi? Yarar ne demek, kimin yararı? gibi gibi… Az evvel söz ettiğim 5N1K hikayesi buralarda da geçerli. Markaya, projeye ardından da kendine doğru soruları sorup anlamlı hale getirmek, aslında bütün sihir bu.

Bir fikri projeye dönüştürürken izlediğiniz yol nedir? İlham mı önce gelir, strateji mi? 

İlham bana pek inandırıcı gelmiyor hatta yer yer çağrıştırdığı eforsuzluk bağlamında mesafeli olduğum bi kelimeye de dönüşebiliyor. Orhan Pamuk’a “ilham sizi nasıl buluyor?” dediklerinde her sabah  8:00’de masa oturuyorum, o da geliyor demişti. İlhamın kendisi alınan ve verilen çok proaktif bir hal. Bizi öylece bulan, denk geldiğimiz bir hal değil. Arşimet’in Eureka anı gibi. İlhamın sizi bulması ona hazırlıklı olmanızla doğru orantılı. İlham bir sonuç aslında.

Bütüncül bir stratejiniz olduğunda ilham sizi bulacaktır. Bu stratejiyi akla ilk gelen hali ile düzenli çalışma gibi kurmuyorum. Örneğin sizin insan haklarına dair bütüncül bir bilinciniz varsa kadın ve LGBTİ+ hakları alanında bir projede yer alırken de gençlik ya da mülteci hakları alanında çalışırken de o bütüncül bakış açınızdan yararlanıp projeye dair stratejinizi geliştirebilirsiniz. Anlamsız ama kendi içinde çok cool bi proje yapmak yerine istikrarlı ve tutarlı bir proje hayata geçirebilirsiniz. Sürdürülebilir bir ilham için stratejiye ihtiyaç var.

Stratejiniz ışığında projeye kolları sıvarken “yaptığım şeyin anlamı ne” sorusunu sormaya başlıyoruz. Bu noktada tüm gerçeklik değişiyor. Kaltfilm’de birlikte çalıştığımız markalarımıza sorduğumuz sorular kuruma göre çok değişse de kendimize sorduğumuz aynı sorularımız var:

Bu yaptığım şey entelektüel açıdan zengin mi, insan hayatına katkı sağlayan yanı nedir, işin derinliği ne (ki bazen buna işi sizden talep eden kurumun dahi dili dönmeyebilir.) yenilik barındırıyor mu, duygusu ne, estetik ve mana açısından duyrucu mu, toplumsal bağlamda nereye oturuyor?… bu soruları artırmak mümkün. Bizim anlamlı ve yaratıcı işler yapmamıza vesile olan en iyi reçetemiz bu soruları kendimize hep hatırlatmak oluyor.

Ekip kurarken nelere dikkat ediyorsun? Seninle çalışmak nasıl bir deneyim olurdu sence? 

Kaltfilm’de biz kimiz kadar kim olmadığımızı da düşündüğümüz bir değerler haritamız var. Yönetmen, yapımcı, videograf, kurgucu, yapım sorumlusu, tasarımcı… istekli ve yenilikçi olması en önem verdiğimiz şey yoksa bilgi öğrenilir. Bilgisini nasıl kullandığı ve sorunlara karşı geliştirdiği yaratıcı problem çözme kası olmayınca bilgi birikiminin kendisi sahada pek de karşılık bulmuyor artık.

Bu kişi ekip ile uyumlu çalışabilir mi? Bu kişi markalarımızla örtüşüyor mu? İK tartışmalarına çok vardır, işte falanca kişi işinde çok iyi ama ırkçı bu sizi ilgilendirmez çünkü işini çok iyi yapıyor… O durumda kişinin işini çok iyi yapması zerre ilgilendiğim bi alan olmuyor. Kişi karşılaştığı problemleri çözerken hangi yolları denemeyi düşünüyor, zoru nasıl aşıyor, aşarken nasıl bir ruh halinde oluyor… Ben de benimle çalışmak nasıl bir deneyim olurdu diye düşünüyorum. Kişinin kendiyle ilgili söz söylemesi güç ama fena da olmazdı sanırım :)

​İş–hayat dengesi gibi bir kavram senin için var mı, yoksa yaratıcı insanlar için bu tamamen bir illüzyon mu?

Bu biraz bıçak sırtı bir konu. İnce çizgileri var mesai kavramının. Ben akşam Ziba’ya oturmaya gittiğimde de iş konuşabiliyorum. Ya da sabah ofiste olduğumda arkadaşlarımızla saatlerce bomboş da oturabiliyorum. Gece uykumdan uyanıp aklıma bir kampanya fikri geliyor, laptopu açıp senaryo da yazıyorum. Hem ajansın kurucu ortağı olmam hem de yapımcılık ve iletişim biraz daha yüzer gezer bi alan. 9-5 gibi bir şey söz konusu değil. Geçen hafta sonu anneannemi görmeye gittim. Sohbet ederken bir anda anneannemin de içinde olacağı bir fikir geldi aklıma. Evini set ortamına çevirdik, dekorlar kurduk bir format denedik mesela. Burada dikkat edilmesi gereken şey yaratıcı sektörlerdeki maaşlı çalışanlar. Evet yaratıcılığın zaman mefhumu gerçekten çok flu ama o kişilerin çalışma saatlerini, esenliklerini ve emeklerinin karşılığını da doğru tutmak gerekiyor. Bizim ekipte mesai saatleri dışında Kalfilm’e emek veren herkes kendi mesai zamanını tutuyor. Çalışanın beyanı esas alınarak fazla mesailer hesaplanıyor.

Seni en iyi yansıttığını düşündüğün, ‘Bu tam Aslıhan işi’ dediğin bir proje var mı? Nesiyle sana bu kadar ait hissettirdi? 

Yıllar önce bir federasyonun büyük bir belgesel projesini üstlenmiştik. İş o kadar ani gelmişti ki ertesi gün Sivas’ta olmamız ve 8 farklı şehirde çekim yapmamız gerekiyordu. Ben de Okan’da ehliyetimizi çok yeni aldığımız dönemler. Bırakın şehirler arasını Levent’ten Kadıköy’e araba sürmemişiz henüz. Araba kullanmadan bu projeyi yapma şansımız yok. Kamera odasında Okan’la konuşmadan birbirimize bakıyoruz. Sabaha Sivas’ta akabinde pek çok şehirde olmamız bekleniyor. Konuşmadan geliştirdiğimiz bir iletişim oldu o an. İkimizde birbirimize bakıp “ben sana güveniyorum, ben de sana güveniyorum” dedik ve ekipmanları arabaya yükleyip Sivas’a yola çıktık. Biraz o sürdü biraz ben. Şükür ki İzmir’den Kayseri’ye Diyarbakır’dan Sivas’a sorunsuz gittik. Bugünden baktığımda ne kadar riskli dediğim bir şey ama o zaman için iyi ki yapmışız diyorum.

Birilerinin sisteme olan kırgınlığı bir başkasının umut mücadelesi olabiliyor.

Pandemide eleştirel erkeklik üzerine bir belgesel çekmiştik, kekre filmi. Yapımcılığını benim yönetmenliğini sevgili Umut Derin’in üstlendiği filmde sokağa çıkma yasakları bir yandan, hastalıklar bir yandan, onca insanı tüm yasaklara ve uygun sağlık şartlarında bir araya getirmek gibi challengelar içeren bir süreçti. Olmayacak gibi duran şeyleri oldurduğum anda kendim gibi hissediyorum. Kopyalanamaz çözümler, takla attıran krizler, yaratıcı yollar… Kekre filmi o imkansızlıklarla çekildikten sonra pek çok ulusal ve uluslararası festivallerinde özel seçkilerde yer aldı.

Genç kadınlara yaratıcı sektörde kendi yollarını çizerken ne tavsiye edersin? Hangi kalıpları kırmalarını isterdin?

Kimseye umutsuzluk aşılamaya hakkımız yok. Birilerinin bugünkü sisteme olan kırgınlığı bir başkasının umut mücadelesi olabiliyor. Pek çok etki odaklı sosyal girişimde görüyoruz bunu, gençlik örgütlenmelerinde görüyoruz, sokakta görüyoruz. Mücadeleyi ve feminizmi bırakmayın derim. Sistemin bizi içine soktuğu tüketerek ve birbirini ezerek yükselirsin algısından, üreterek ve birbirimizle dayanışarak çıkarız’a evrildiğimizde çok güzel şeylerin olduğunu hiç değilse kendi alanlarımızı yarattığımızı gördük, deneyimledik.

melis karaca
Melis Karaca
Yazı İşleri Müdürü
Elif Melis Karaca gazetecilik kariyerine T24’te dış haberler editörü olarak başladı. T24’teki tecrübelerinin ardından Columbia Üniversitesi Gazetecilik Yüksekokulu’nda yüksek lisansını tamamladı. Gündemi her yönüyle yakından takip etmeyi, dünyadaki her gelişmeye insan hikâyeleri gözüyle bakmayı seviyor.
Devamını okumak için tıklayın
Haftalık