Tabakta Şifa, Fincanda Bahar

Permakültürle yaklaşılan her şeyin başka bir tadı, başka bir anlamı var.
IMG_0785.jpeg
Kiara Anna Mirzahanyan

Küçükken en çok sevindiğim haber, “Bugün bir şey ekeceğiz” olurdu. Minik bir sebze bahçemiz vardı, bir dönem tavuklarımız bile olmuştu. O günlerde toprakla kurduğum bağ içime işledi. 

Yıllar sonra gastronomi sektöründe çalışırken fark ettim: Doğayla bağ kurmak yetmiyor - bir şeyleri gerçekten değiştirmek gerek. Tabağımıza gelen yemeğin ardında ne kadar çok israf ve umursamazlık olduğunu gördüm. Bir dönem, artan yemekleri barınaklara ulaştırmak için bir sistem kurmaya çalıştım ama ilgi görmedi. 

O zaman anladım, doğaya karşı sorumluluk sadece duyarlılıkla değil, eylemle olur. Sürdürülebilirlik arayışım beni permakültürle tanıştırdı. Sonra bir gün toprağa döndüm. Bir daha da kopmadım. 

Yemeğin Kaynağı, Emeği, Etkisi 

Topraktan sofraya uzanan yol benim için sadece bir süreç değil, bir felsefe. En çok bağlı olduğum ilke şu: “Camdan yapılma bir evde yaşıyorsam insanlara taş atmamalıyım.” Örneğin, daha çok ürün almak için pestisit kullanmak yerine fesleğen gibi destekleyici bitkilerle denge kurmaya çalışıyorum. 

“Yemeyeceğim bir şeyi başkasına sunmam” da diyorum hep. Çünkü bu sadece beslenmek değil, aynı zamanda bir tür şifa. Yemeğin kaynağını, emeğini, etkisini bilerek sunmak, sofraya hem bilgi hem sevgi koymak demek. 

Bu yolda öğrendiğim önemli şeylerden biri yavaşlamanın gücü oldu. Hayatımın bir dönemini Portekiz’de geçirdim. Bu sürede permakültürün aslında doğayı değil, kendimizi dinlemeyi öğrettiğini fark ettim.

Permakültür Nedir, Ne Değildir? 

IMG_0150.jpeg
Kiara Anna Mirzahanyan

Permakültür teknik bir kavram gibi duyulabilir ama aslında en sade haliyle bir yaşam biçimi. Adı 'permanent' (kalıcı) ve 'culture' (kültür) kelimelerinden geliyor; yani sürdürülebilir bir kültür yaratmak. Sadece doğayla değil, kendinle de ilgili.

İşin özü şu: Tüketmeden üretmek mümkün. Permakültür, “daha fazlası” değil, “Gerçekten neye ihtiyacım var?” sorusunu sormak demek. Bir tek toprağa değil, zamanına, enerjine, çevrene de özenle yaklaşmak gerekiyor. Çünkü biz doğadan ayrı değiliz—bir parçasıyız. Suya, yiyeceğe, çöpe bakışımızı değiştirmeliyiz. Hâlâ çoğumuz içtiğimiz suyun kaynağını bilmiyoruz. Oysa her şey oradan başlıyor. 

Umutsuzluk Yok 

Dünya hakkında konuşurken genellikle karamsar oluyoruz ama kimse küçük adımların ne kadar dönüştürücü olabileceğini anlatmıyor. Sürdürülebilirlik; sıfır atık gibi büyük hedefler değil, azaltmak, yeniden düşünmek ve çözüm üretmek demek. 

En basitinden başlayalım: Aldığın ürünün ambalajı plastik mi, tekrar kullanılabilir mi? Daha az atıklı bir alternatifi var mı? Geri dönüşümden önce, eve neyi soktuğuna dikkat etmelisin. Komposttan tuvalet sistemine kadar her şey, bulunduğun yere göre şekillenir.

İşin özü şu: Tüketmeden üretmek mümkün. 

Ama en güzeli şu: İyi bir planla, çevrendeki kaynaklarla ihtiyaçlarını karşılamak mümkün. Arazimden çıkan malzemelerle yapılar inşa ediyorum. Bahçeme gelen kuşlar, sincaplarla meyvelerimi paylaşıyorum. Bazen düşünüyorum: Acaba hangi ağacın doğal, hangisinin kimyasallı olduğunu ayırt edebiliyorlar mı?

Zamana Karşı Değil, Zamanla Birlikte 

Bir tohumun fidana, sonra çiçeğe, sonra meyveye dönüşmesini izlemek… Bana göre bu, şiir gibi. Ama şiir yazmak gibi; emek, dikkat ve sabır istiyor. Bahçede olmak bana şunu öğretti: Etrafını gözlersen, doğa ne yapman gerektiğini söyler. 

Zamanı artık bitkilerle ölçüyorum. Hangi ay dut kahvaltılık olacak, limon ne zaman suya girecek, nane ne zaman serinletecek… Mevsimler benim için sadece hava durumu değil; bir düzen, bir hatırlatma.

Ama her şey gibi bunun da bir sınırı var. Bahçede saatlerce oyalanırken bazen ne yemek yiyorum ne dinleniyorum. Kendimi ihmal ettiğimde anladım: Sürdürülebilirlik doğayla değil, bedeninle de barış içinde yaşamak demek. Bu yüzden mevsim geçişlerinde kendimi uyandırmak, yavaşça canlanmak için doğadan destek alıyorum. En sevdiğim rutinlerden biri de bu: baharın çeşitliliğini bir fincanın içine toplamak.

Bahar Uyanışının Çayı 

Kışın ağırlığını geride bırakırken, doğayı evimize taşıyarak bedenimizi tazelemek mümkün. Ormanda yürürken rastlayabileceğiniz ya da bir aktardan kolaylıkla bulabileceğiniz bitkilerle hazırlanan bu çay, hem yumuşak hem de uyarıcı.

2 küçük yaprak biberiye
2 adet aynısefa çiçeği
2 çay kaşığı lemongrass (ya da 2–4 cm taze dal)
3–4 yaprak lavanta
1–2 adet hatmi çiçeği
1 çay kaşığı karakılçık otu

Tüm malzemeleri bir demliğe koyun, üzerine kaynar su ekleyin ve 5–7 dakika demleyin. İçmeden önce burnunuza gelen kokulara dikkat edin — bazen doğa en çok orada konuşur. 

Şehirde Permakültüre Giriş 

Hayatını permakültürden ilhamla dönüştürmek istiyorsan ama nereden başlayacağını bilmiyorsan, işte bugünden atabileceğin basit ama etkili 5 adım:

Doğayı ziyaret et. En yakınındaki park, ağaç ya da deniz kıyısı bile yavaşlamana yardımcı olur.

Yakınından al. Yerel üreticiden meyve-sebze almak hem daha az atık üretir hem de çevrendeki çeşitliliği destekler.

Bir bitki yeter. Pencere önüne fesleğen ya da kekik ek. Ne yediğini bilmek, onu büyütmekle başlar.

Ambalaja dikkat et. Tek kullanımlık plastik yerine tekrar kullanılabilir veya doğada çözünebilir ambalajları tercih et.

Artanı sakla. Fazla yemeği çöpe atma; dondur, kavanozla, bir daha acele içindeyken yemeğin hazır olsun.

WhatsApp Image 2024-09-19 at 16.50.38.jpeg
Kiara Anna Mirzahanyan
Yazar
Lezzetle yazının, tarifle anının kesiştiği yerde duran bir Cosmo yazarı. Kiara, mutfağı bir laboratuvar değil, bir sahne gibi görüyor: her tarif bir hikâye, her malzeme bir karakter onun için.
Haftalık