Kendi Ritminde Bir Manifesto: Buğra Büyükşimşek

Çağdaş dansla içsel kaosu düzene sokan Buğra, sahnede filtresiz, sosyal medyada ise güçlü ve cesur.
Fotoğraf: David Haeuser
Fotoğraf: David Haeuser

Berlin ile İstanbul arasında salınan ama ruhunu hiçbir şehre sabitlemeyen bir dansçı düşünün. Hem bir manifesto kadar güçlü hem bir çocuk oyunu kadar saf… Buğra Büyükşimşek’in sahnesi, yalnızca bir performans alanı değil, bedeniyle düşündüğü, hareketle konuştuğu, her adımda yeni bir kimlik açtığı bir yer. Sahnedeki yalınlığı, sosyal medyadaki parıltısıyla tamamlıyor. Biri içsel, diğeri dışsal bir varoluşun izdüşümü. Dans onun için ne sadece bir meslek ne de sadece bir terapi. Tam olarak bir keşif, bir devinimle gelen varoluş biçimi. İstanbul’un kaosunda cesaretlenip Berlin’in sürprizlerine doğru dans eden Buğra, “Biz” hissiyle hareket eden bir sanatçının neye benzediğini gösteriyor. Şimdi bu zarif, cesur ve her an dönüşen dünyaya birlikte adım atıyoruz.

Dans etmeye başladığında “Bunu sadece hobi olarak yaparım” diye düşünüyor muydun, yoksa hep büyük hayallerin mi vardı?

Başlarda dansı sadece disiplinli ve istikrarlı bir uğraş olarak görüyordum. Ne benim ne de çevremdekilerin bunu bir kariyere dönüştüreceğimi düşündüğü pek söylenemez. Açıkçası, ressam ya da bilim insanı olmam beklenirdi. Dans etmek, o dönemde hepimiz için sürprizdi. Ama ergenlik dönemimde dans, kendimi ifade edebildiğim bir alan haline geldi. “Ben buradayım” diyebildiğim ilk yerdi. Aynı zamanda iki anadille büyüdüğümün, iki ayrı kültürle beslendiğimin farkına vardığım bir dönemdi. “Bir lisan, bir insan” derler ya; dans sayesinde kendimi yeniden kazandım. Bugünse dans, yaşamımı çevresine kurduğum bir zemin haline geldi.

image (3) (1).png

Bedenin, senin en büyük anlatım aracın. Peki, dansın sana öğrettiği en büyük şey ne oldu?  

Bedenle çalışmak, fiziksel olduğu kadar ruhani bir yolculuk. Şekil vermek, şekil almak, şekilsizi aramak… Saymakla bitmez. Ama galiba bana en çok “efor” kavramını öğretti. Efora dair algım derinleştikçe hayata bakışım da daha olgunlaştı. Çünkü her zaman sınırlar zorlanarak aşılmaz; bazen karşı kuvvete naif olmak, bazen de onun etrafından dolaşmak gerekir.

Bale, tiyatro, dans… Sahneyle farklı yollarla ilişki kurdun. Bedeninle hikâye anlatırken kelimelere hiç ihtiyaç duyduğun oluyor mu?

Yakalandım! Bir gün kitap olmasını hayal ettiğim bir şiir arşivim var… Pandemi döneminde bedenin ifadesi iyice kısıtlanınca, şiirlerimle performansı birleştirdiğim bir solo sergi ortaya çıkmıştı. Onun devamını getirme niyetindeyim. Şimdilerde ise hareket tasarımını ve yönetmenliğini üstlendiğim bir müzikal oyun serisi üzerinde çalışıyorum. Senaryoyu ben yazmıyorum ama bedenle çalışan biri olarak metne, laf cambazlıklarıyla da olsa, mutlaka müdahale ediyorum.

Sahnede performans sergilerken en özgür hissettiğin anı hatırlıyor musun? O an tam olarak ne hissediyordun?

Bir performansım sırasında deneyimlediğim o göz kontağını asla unutamam. Benim için gerçekten etkileyici bir deneyimdi! Çünkü gündelik hayatta genellikle dinleyen tarafta yer alıyorum. Ama o anda, daha fazlasını anlatayım diye merakla izlenen kişi olduğumu fark ettim. Terapistime anlattığımdan bile daha özgürce anlatmalıydım… Ne yapayım, ifade özgürlüğüme karşılık bir de bilet kesilmişti.

Çocuk yaşta sirk ile sahneye adım attın. O günlerden bugüne, seyirciyle olan ilişkinde en çok değişen şey ne oldu?  

Seyirciyle bir araya gelme şeklim değişti diyebilirim. Sirkte sahneye çıkmak daha çok “Bak, bunu da yapabiliyorum. “Etkilendin mi?” hissiyle geçerken, bir çağdaş dans eserinde, “Yüreğini anlıyorum ve bana açtığın için teşekkür ediyorum” diyebiliyorum. Aradaki duygusal mesafe çok daha farklı.

image (1) (1).png

Peki seni sirke katılmaya nasıl ne ikna etti?

Öğrenciyken konservatuvarın müzik bölümünde bir seçme açılmıştı. Sonra duyuru bize de geldi. Klasik bale dışında, bambaşka bir beden pratiği denemenin nasıl bir şey olacağını çok merak ettim. Kostümler ve makyaj da ayrıca cezbediciydi. Böyle bir tecrübeye ancak o yaşlarda cesaret edebileceğimi düşünüp hemen atıldım.

Sirk sanatçısı olmak disiplin ve cesaret gerektiriyor. Küçük yaşta bu kadar büyük bir sorumluluk almak sende nasıl bir dönüşüm yarattı?

Zaman ve kriz yönetimi konusunda beni adeta bir uzmana dönüştürdü. Yaşıtlarım sadece okula giderken, benim aynı anda yarı zamanlı konservatuvarım, normal okulum ve tatillerde hep çalıştığım bir işim vardı. Kısıtlı vakitte çok iş yapmayı öğrendim. Elbette bu süreçte birçok krizle de karşılaştım. Provalar, kostümler, makyaj, ekipmanlar hatta ışıklar… Hepsi ayrı bir dünya. Bu da beni hızlı çözümler üretebilen, organize birine dönüştürdü.

Sahneye çıkmadan önce kendini en güçlü hissettiğin an hangisi? Ayna karşısında bir dans-off yapıyor musun, yoksa içsel bir mantra mı var?

Nefes! Bedeni her zaman ısıtır ve performansa hazır hale getiririm ama zihni bedenle buluşturan şey nefes oluyor. Dağılmanın ve kopmanın önüne geçip, gücü -yani kontrolü- ancak nefesle barışınca hissedebiliyorum.

Bedeninle kendini ifade etmeye çok küçük yaşta başladın. Ama ya dansçı olmasaydın? Bizi çok şaşırtacak bir kariyer hayalin var mıydı?

“As above, so below – yukarıda ne varsa, aşağıda da o vardır.” Bu söz çocukluk hayallerimin özeti gibi. Çünkü hem arkeolog, hem de astronot olmak istiyordum.

Sence dansın en politik hali ne? Bir dans sahnesinde izleyiciyi en çok neyle sarsabilirsin?

Kelimelerden önce beden, nefes, hareketle kurulan özgür bir anlaşma dili vardı. Ama yerleşik hayata geçip sınırlar belirlemeye ve dogmalaşan kurumlara başvurmaya başladığımızda beden de ayrıştı, sınırlandı. Böyle büyümüş ve gövde gösterisi yapan devletlerin doğurduğu bir bale sanatı var elimizde. Bu yüzden hareketin niyeti, bu tarihten gelen teknik ve estetik kaygının dışına çıktığı anda dansın politik olmama ihtimali kalmıyor.

Bir dans sahnesinde izleyiciyi en çok sarsan şey, kanımca, hareketin içindeki sahici ihtiyaçtır. Bütün dans severlerin bildiği Martha Graham’ı izlerken, çocuğunu kaybetmiş bir annenin ağlama hikayesini duymuştum. Bazen bir beden, kendi acısını dillendirmeden bir başkasının yasını duyurabilir. Dürüst olduğumuzda, herkesin taşıdığı ama adını koyamadığı o ortak duyguyu görünür kılarız. İşte o görünürlük, izleyicinin savunmasız/insani bir yerini yakalar, sarsar.

Sosyal medyada da oldukça aktifsin. Sahnedeki performans ile sosyal medyadaki performans arasındaki en büyük fark sence ne?

Sahne, dışarıdan egosantrik bir yer gibi görünse de benim için, özellikle artık bu yaşımda, tam tersi. Çoğunlukla çağdaş dans içinde ürettiğimden, sahne benim için yalın ayak insanlara kendimi açtığım bir zemin. En son ne zaman çıplak ayakla bir başkasının önünde dans ettiniz? Muhtemelen çocukken. İşte benim sahnem de tam olarak öyle; filtresiz.

Sosyal medya ise bir görsel manifesto. Orada yarattığım, yarı peri yarı rockstar ve her daim güçlü bir femme fatale var. Feminenlik ve güç kavramları benim için birlikte çalışıyor. Bunun sebebi biraz da Anadolu’dur belki. Çünkü ben kırılganlığı feminen bulmuyorum. Bunların hepsi sosyal medyada yarattığım o görsel dünyada kendini belli ediyor zaten. Özetle, ikisi de uçarı ve normlara başkaldıran alanlar ama sahne içsel olanı açığa çıkarıyor, sosyal medya ise dışsal olanı parlatıyor diyebilirim.

image (2) (1).png

Dans ederken kıyafet seçimleri de önemli! Sahne için kombinlerini nasıl seçiyorsun? Kendini en “Buğra” hissettiğin sahne look’un ne?

Esere göre, moduma göre her zaman değişiyor. Aynı performansta siyah ve her yeri kapalı bir kostüm giyip, birkaç dakika sonra transparan bir elbiseyle sahnede olabiliyorum. Ama genelde zamansız, temel kalıplarda ve renklerde, hava alan materyaller seçmeye çalışıyorum. Hepsi önden birkaç provada esneklikleri açısından test ediliyor tabii. Bedeni kavrayan kostümlerde kendimi daha çok “Buğra” gibi hissediyorum. Çünkü günlük hayatta da kıvrımları gösteren parçalar giymeyi seviyorum.

Dansın senin için bir tür terapi mi yoksa kaosu düzenlemeye çalıştığın bir alan mı?

Sanırım yıllar geçse de dansla ilişkimde hep “bir şeyi bulmaya çok yakın” hissedeceğim. Varış noktasından ziyade yolculuğun keyfini çıkarıyorum ama bazı günler gerçekten o şeyi bulmaya çok yaklaştığımı hissediyorum! Artık o her neyse… Bu, örtülü bir kaosu düzenlemek gibi bir şey belki de. Terapi kısmı ise daha çok teorik tarafta. Anatomi, bellek, birey-çevre ilişkisi, kimlik gibi kavramlarda derinleştikçe gerçekleşiyor. Bu alanlarda yeni bir şey öğrenmek, gerçekten benim için terapi gibi diyebilirim.

Dansın mı, kişiliğin mi daha renkli?

Net bir şekilde kişiliğim! Dışarıdan daha çok Ajda Pekkan gibi bir Kova burcu gibi durabilirim ama içimde kesinlikle Aysel Gürel gibi bir Kova var :)

Berlin’de yaşıyorsun ama İstanbul’un da hayatında özel bir yeri var. Bu iki şehirden hangisi daha özgür hissettiriyor? Biri diğerine göre daha cesur ya da ilham verici mi?

İstanbul’da yaptığım her şeyin “avangart” sayılması ama Berlin’de “normal” karşılanması… Cesaretimi İstanbul’da kazandım. Kaosun içinde üretmeyi, sınırlar içinde hayal kurmayı, kalabalıkların ortasında bile kendi sesimi duymayı ve duyurmayı orada öğrendim. Canım Billur Kalkavan, taşınma fikrimi ilk söylediğimde “Sen 90’lar İstanbul’unda yaşasan hiçbir yere taşınmazdın” demişti…  

Berlin’in de, en üretken yaşlarımda sanat haftasında Yoko Ono ile aynı ulusal müzede performans yapmak, dans pistinde zıplarken yanımdan Lana Wachowski’nin geçmesi gibi tatlı sürprizleri var. Şimdilik o sürprizlerin peşindeyim ama İstanbul’da mücadeleyle elde ettiğim özgürlüğü tamamen geride bırakmak gibi bir niyetim yok.

Sahne sonrası kaçışın nedir? Bir after-party mi yoksa direkt sıcak bir duş ve film mi?

Bu yıla kadar “after party olmadan asla”ydı! Ama şimdi sahne sonrası biraz nazlanır oldum... Yine de “self-care yarın yapılır”, o akşam dışarı yine de çıkılır :)

Sana göre iyi bir performans sanatçısını harika yapan şey ne?  

Ne insanüstü hareket potansiyeli, ne de astronomik prodüksiyonlar... Benim için bir performans sanatçısının, bir sorunu ele alması ve mümkünse ona bir çözüm üretmesi önemli. Hislere tercüman olmak, politik bir meseleyi eleştirmek, normlara yeni bir bakış açısı getirmek, reform çağrısı yapmak ya da çağdaş etik gibi alanlarda fark yaratmak… Bunlar bence çok daha kıymetli.

Yarın sahneye çıkmadan önce kendine sadece bir cümle söyleme hakkın olsa, o cümle ne olurdu?

“Biz” hissedene dek, sevgi diliyle kolektife ilham olmak için hareket et. 

yigitcangenc1
Yiğitcan Genç
Yazar
Yiğitcan Genç, dergicilik hayatına bone Magazine & Curated Magazine dergilerinde başladı. Bant Mag., Dadanizm, L'Officiel Hommes Türkiye, Based Istanbul ve GQ Türkiye gibi yayınlarda editörlük yaptı. Dijital dünyada güçlü editoryal içerikler yaratmanın önemine inanarak üretimine devam ediyor.
Devamını okumak için tıklayın
Haftalık